Marion Cotillard - The Champion of France
İlköğretim yıllarında tanıdığım en yakın arkadaşım Fuat'dı. Fuat, yaşıtlarına göre birazcık daha tombul esmerce kara saçlı kara gözlü bir çocuktu. Arkadaşlığımızın ne zaman başladığını hatırlamıyorum hiç ama o zamanların playstation 1'i ile ilgiliydi herhalde. Sık sık onun evinde toplanıp playstation oynardık. O en çok futbolu sever ben ise iki kişilik co-op macera oyunlarını severdim. Bir yaz günü Fuat beni ailesi ile gideceği pikniğe çağırdı. Onun küçük kardeşinin gittiği okulda her yıl düzenlenen geleneksel bir piknikti bu ve öğrencilerin yanında aileleri de çağırılırdı.
Annem ile konuşup iznini aldıktan sonra yarın sabah kocaman bir otobüsle pikniğe gittik. Ormanlık alan alabildiğince geniş, hava olabildiğince harikaydı o gün. Bizim de içinde bulunduğumuz çocuk grubu, yemekler hazır olana kadar alandan biraz uzak, anayolun kenarında oyun oynanacak kadar geniş bir düzlük bulmuştu. Geleneksel çocuk oyunlarını oynayıp sıkıldıktan sonra biraz da voleybol oynadık. Gruptaki çocuklardan hiçbirinin boyu 1 metreyi bile bulmadığından olsa gerek anca iki vuruştan sonra top oraya buraya kaçıyordu.
Oyunun ortalarında ben topu havaya kaldırıp sertçe vurdum. Top, Fuat'ın oraya gitti, o da tüm gücüyle topa vurdu ve topumuz yolun ilerisine, kenarlarında sık ağaçların olduğu yere doğru giti. Genel kural: Atan alır. Fuat kocaman vücudunu sallaya sallaya koştu oraya. 2-3 dakika sonra döndü ama bize elindeki toptan daha önemli birşey göstermeye gelmişti. Hepimizi Fuat'ın tarif ettiği yere gittik. Taş öbeklerinin biraz ilerisinde yol kenarındaki uzun çalılıkların gizlediği yerde ağzından buharla karışık kan püskürten büyük siyah bir köpek yatıyordu. Bizim çocuklar köpekten o kadar çok korkmuştu ki kimse yanına fazla yaklaşamadı. Yaralı hayvancağız kulaklarından ve ağzından gelen kan izin verdiği müddetçe nefes almaya çalışıyordu. Ön ayakları garip bir şekilde bükülmüş, çarpık gibi duruyordu.
Tartıştığımız teoriler (köpeklere işkence etmeyi seven kaçık ihtiyar, bir kaplanla ölümüne dövüşmesi ve mayına basmış olabileği) içinden aklıma en yakın ihtimalin yoldan geçen bir arabanın köpeğe çarpmasıydı. Çocuklar bir süre daha orada kalıp hayvana üzüldükten sonra topu alıp olay yerini terk ettiler. Sadece benle Fuat kalmıştık. Yaralı köpeği bulan o olduğu için sanırım kendini sorumlu hissediyordu, ben ise sadece merak ettiğim için kalmıştım. İkimiz düşündük düşündük en sağlıklı eylemin büyüklerimize bu olayı haber edip onların köpekçiği bir veterinere götürmesi olacağına karar verdik ve oradan ayrıldık. O an içinde 12 yaşındaki çocuklar olmasaydık eminim böyle bir karar verirdik. Hayır, o zaman bu çözüm yöntemi hiç aklımıza gelmedi. Onun yerine köpeğin ıstırabına son vermenin daha iyi bir fikir olduğuna karar verdik.
Geldiğimiz yolda gördüğüm büyükçe bir taş parçasını getirdim. Fuat bana bakıp geri çekildi. Ona küçük kızlar gibi olduğunu söyleyip yaralı hayvanın başının ucuna dikildim. Taşı havaya kaldırıp yatan köpeğin kafasına sertçe indirdim. Taşın altında ezdiğim hayvandan kasapların eti parçaya ayırırken ki o cıvık ses çıkmıştı. Yaralı hayvanın nefesi kesildi birden ama ölmemişti. Arka ayakları ile yerde sürünüp kaçmaya çalışıyordu. İki kez daha vurdum sonra durup seyrettim. ölmüştü..
Şortumun kenarlarında küçük kan izleri vardı. Taşı çalılıkların oraya fırlatıp Fuat'a baktım hadi gidelim artık diye. Tam gidiyoruz, arkamdan böyle garip, kısık bir köpek sesi geldi. Hayvan ölmedi herhalde diye düşündüm döndüm. Duyduğum ses demin öldürdüğüm köpekten gelmiyordu. Çalılıklar tek bir hışırdamayla iki tane siyah yavru köpeği ortaya çıkardı. Küçücük kuyruklarını sallayarak yerde yatan annelerinin yanına geldi. Bir tanesi ölmüş annesinin bacaklarının arasına girip kafasını annesinin bedenine yasladı. Diğeri ise annesinin başında dikilen bana kafasını uzatmış havlıyordu.
Dehşete düştüm orada. O an kalbim yüz kat hızlı atmaya başlamıştı. İki yavru köpeğin annesini başını eze eze öldürmüştüm. Çok ama çok büyük bir hata yapmıştım. Hatta hata bile değil korkunç bir cinayetti resmen yaptığım. Ellerim titreye titreye eğilip iki köpeği de kucağıma aldım. Yavru köpekler hala havlıyor ve kucağımdan inip annelerinin cesedine ulaşmaya çalışıyorlardı. Yavrulardan bir tanesini yanımda bostan korkuluğu gibi dikilmiş yüzü aynı kireç gibi bembeyaz olmuş Fuat'a verdim, diğerini de kendim aldım ve piknik alanına döndük. İkimiz o günü iki yavru köpeğin bakımını üstlenip kendi payımıza düşen kebaplarla beslemekle geçirdik.
Söylemeye lüzum yok gibi o köpekleri yanımızda eve götürdük. Benimkinin adı Cesur, annesini ve kardeşini benden korumaya çalıştığı için. Fuat'ınkinin ismi ise Max. Neden o ismi verdi bilmiyorum. Şu an geriye dönüp baktığımda, yaptığımı düşününce hala içim sızlar bir fena olurum. Cesur kötü hissettiğimi hemen anlar başını kucağıma koyar. Benim içimdeki suçluluk duygusu ise ikiye katlanır Cesur'un başını okşarım.