28 Mayıs 2012 Pazartesi

Destansı King Landing's Kuşatması Müziği



Game of Thrones...Nereden başlamak gerek bilmiyorum bu bölümü anlatmaya. Özlemle beklenilen epik bir savaş, karakterlerin kuşatma altındaki psikolojileri, kaos ve tabi ki ölüm. Bu bölüm için hiçbir spoiler vermiyorum. Sadece bölüm sonunda çalan muhteşem şarkıyı paylaşıyorum ve daha bu bölümü izlememiş olanlara derhal izlemelerini salık veriyorum.

Şarkının arkaplan bilgisi. Lord Tywin daha bebeykene Lannister bölgesinde iki tane lord varmış. Bu iki güçlü lord, Tytos Lannister a siktiri çekmiş. Birisi Tarbeck diğeri Reyne House of Castamere. Tywin Lannister babasının bu durumunu içine sindirememiş ve orduyu toplayıp bu iki lordun kaleleleri zapt eyleyip kaleleri yıkmış bu iki hanedandan kimseyi sağ komamış. Bu şarkı da Lannister'lara düşman olanlara bir uyarı olarak dilden dile dolaşmış gitmiş.

Hear me Roar !

22 Mayıs 2012 Salı

Hugh Laurie




Hikaye, Oxford'da iskoç kökenli bir ailenin son üyesi Hugh Calm James Laurie ile başlıyor. İskoç kökenli aktör Hiçbir zaman ilk ismi James'i kullanmadı. İlk kez 9 yaşında küçük bir okul piyesinde rol alan bu çocuk büyüdüğünde Amerika'nın en çok kazanan(bölüm başı 400.000 dolar) televizyon oyuncusu olucaktı ve oynadığı dizi de Amerika'da en çok izlenen draması olacaktı. Ekranların dahi doktoru Gregory House'u canlandıran ödüllü televizyon oyuncusu aynı zamanda bir komedyen, başarılı bir müzisyen, olimpiyatlarda madalyon almış bir sporcu, bir yönetmen, roman yazarı, Lo'real'in reklam yüzü, Britanya İmparatorluğu Subaylık Nişanı sahibi çok yönlü çok yetenekli bir insan. Bu kadar çok çok yönlülüğün, inceliğin ve başarının vücut bulduğu Laurie'nin hayatına bir göz atalım

Hugh Laurie İngiltere Oxford'da 1959'da doğdu. Orta halli dört çocuklu ailenin en küçüğüydü. “ Çocukken çok şımartıldığımı hatırlamıyorum hiç, ama kardeşlerim bunun tam tersini söyleyebilir”. Hugh ile annesinin arası hiçbir zaman iyi olmadı, bu durum çocukluğuna kadar uzanan garip birşeydi “ O günler, bilmediğim bir nedenden dolayı annemin beni gerçekten sevmediği hissine kapılırdım”, “ Annem benim evliliğimi hiçbir zaman onaylamadı. Çocuğumun doğumunda da beni soğuk karşıladı”. “ Annemle olan ilişkimin doğasını hala çözebilmiş değilim. Ablalarıma kalırsa onun, benden çok büyük bir beklentisi vardı ve ben her zaman onun altın çocuğuydum. Ama o duygularını belli etmeyen bir jenerasyondan geldiği için başarılarım onu mutlu etse de bunu göstermiyordu sanırım.” ( Oyuncu'nun annesi Patricia, Laurie 29 yaşında iken öldü).

Hugh ilköğrenemini Dragon'da lise eğitimini ise Eton'da yaptı. “ Ben bir bakıma tek çocuk gibiydim, yalnız. Yaşça bana en yakın ablam benden 6 yaş büyük. Garip ve sinir bozucu bir çocuktum. Fransızcada kopya çektim, tuvalette sigara içiyordum, okuldan gelen mektuplar hiç hayırlı değildi ve tembeldim. Hep yalan söylerdim. Ama iyi bir ailede büyüdüğümün farkındayım ve bu yüzden Stephen Fry'ın dramatik hapishane geçmişini çok kıskanıyorum.”. Motorsiklete olan tutkusu lise çağlarında başladı. 16 yaşında ilk motorsikletini babası ona doğumgünü hediyesi olarak aldı. Aynı yıl içinde Yamaha marka ilk gitarını da aldı. Tam o yaşlarda Laurie kariyerini HongKong'da polis olarak düşündü fakat bu yolda somut adımlar atmadan önce neyse ki bu fikrinden vazgeçti. “ Aslında bugün o işi yapamadığıma üzülüyorum. Oraya giden arkadaşlarım otuzbeşten sonra tam takım emekli oldular”. Laurie'nin annesi ile arası iyi değildi ama babasını çok severdi. Babası, Laurie'nin House M.D. adlı dizide canlandırdığı doktor Gregory House karakteri ile aynı mesleği yapıyordu. Aktör, sırf babasının yaptığı mesleği yaparmış gibi yaparak ondan kat kat daha fazla para kazandığı için çok hafif de olsa bir vicdan azabı çekiyor. “Babam, çok iyi bir insandı, ben Amerika'da iken öldü. Hasta olduğunu biliyordum. Yanına gitmeden önce o son konuşmayı yapmamak üzere bilinçli bir karar verdim, o son konuşmayı yapmadık. Onun burada hala bitirilmemiş meselelerinin olmasını istemiştim. Sanırım ölümünü bu şekilde geciktirebileceğimi sanıyordum. Şimdi bunu yaptığıma pişmanım ama muhtemelen yine olsa yine aynı şeyi yapardım. ”

Ailemi özlüyor muyum? Evet ama ilginç ki onların yanımda olmalarını özlemiyorum çünkü çok uzun zamandır onlardan ayrıydım. Erken yaşta yatılı okula gittim, o yaşta evi öyle bırakınca hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Ama özlediğim şey onların orada olduğunu bilme hissi.”




Üniversite yılları ve Footlight

Eton'u bitirdikten sonra babasının izinden yol alıp olimpiyatlarda yarışmak için 1979'da cambridge Üniversitesi'ne gitti. “ Arkeoloji ve antropoloji okudum ama hiçbirşey anlamadım. Oraya kürek çekmeye gitmiştim. Kendimi olimpiyatlarda hayal ediyordum.” . 1977'de kürekte İngiltere Gençler şampiyonu ve aynı yıl içinde kürekte dünya dördüncüsü oldu. Laurie bu başarılarının devamını getiremedi çünkü sporculuk kariyeri bir sağlık problemi(mononucleosis) yüzünden son buldu.

Cambridge'de antroppoloji okumak sıradışı Laurie için epey sıradan birşeydi, o çok daha ilginç bir şey arıyordu. Cambridge'deki drama kulübü Footlight'a üye oldu. Footlight, Cambridge'in ünlü drama ve tiyatro kulübüydü ve Sacha Baron Chone ve Douglas Adams gibi ünlülerin çıktığı bir yerdi. Genç oyuncu en başta orada bulunan Emma Thompson'ın ilgisini çekti. İkili detayı pek bilinmeyen kısa bir beraberlik yaşadı ama sonra ayrıldılar. Emma'nın komedyenin hayatına en büyük katkısı daha sonra Laurie'nin hayatında önemli bir yer edinecek olan en iyi arkadaşı, birlikte İngiltere'nin en sevilen komedi şovlarından birini yapacağı, Laurie'nin 3 çocuğunun vekil babası olacağı Stephen Fry ile tanıştırmasıydı.




Fry ve Laurie

Footlight ekibi 1981'de Edinburgh Fringe Festivalinde Perrier Reward ödülü aldı. Ekibin başını çeken Fry ve Laurie'nin bu başarıdan sonra ilk kaptıkları dizi Alfresco idi ama pek başarılı olamadılar çünkü o zamanlar komedi programları altın çağını yaşıyordu ve bir çok rakipleri vardı. Fakat daha sonra Rowan Atkinson ile rol aldığı “Blackadder” dizisiyle aktör ilk defa büyük bir televizyon deneyimi yaşadı. İngiltere'de herkes Laurie'yi Blackadder ile tanıdı, pek şapşal Wellington Dükü Prens George.

1987'de ise efsanevi komedi programı “A Bit Of Fry & Laurie” başladı. Bu program Blackadder'dan sonra BBC'nin bu ikiliye başka bir fırsat vermesiyle mümkün olabildi. Fry ve Laurie bu programı yazmak için 1 aylığına Yunanistan adalarına inzivaya çekildiler. Orjinallik konusunda takıntılı olan ikilinin bu programı büyük bir başarıya imza attı ve pek çok kesim tarafından tutuldu. skeç komedide apayrı bir sınıf olan A Bit Of Fry And Laurie kendinden önceki programlara benzemiyordu. İçinde müzik ve şiddetin harmanlandığı inanılmaz komik skeçleri vardı. Stephen Fry 30 yıldan daha fazla arkadaşı olduğu Laurie'den şöyle söz ediyor: “ Kariyerim açısından ve duygusal açıdan başıma gelebilecek en iyi şey onunla tanışmaktı. Kesinlikle benim en iyi arkadaşım. İnsanlar bana rönesans adamı derler ama asıl rönesans adamı hugh, ben değilim. Doğal bir atlet, yetenekli bir müzisyen, algısal bir zekası ve doğal bir karizması var. Bazen arkadaşlığımızda baskın sesin ben olduğunu düşünürdüm ama bizimkisi hep bir eşitlikti ve birbirimizi hiç kıskanmadık. ”. 1995'te ikilinin programı sona erdi ama Hugh Laurie ve Stephen Fry bu sefer de televizyonun en çok izlendiği vakitlerde yayınlanan tv serisi Jeeves and Wooster'da oynamaya başladılar. 4 sezon süren bu dizide Hugh Laurie'nin canlandırdığı Bertie Wooster karakteri İngiltere'de şu anda da bilinen bir karakter.

İngiltere'den Hollywood'a Uzanış ve Depresyon Yılları

Laurie kendisinden yaşça genç olan bir tiyatro salonu yöneticisi Jo Greene ile Londra'nın kuzeyinde Camden'de 1989 yılında evlendi. Evlilikleri pek çok yıpranmadan geçti. 1998'de Avustralya'da The Place Of Lions çekimlerinde yönetmen Audrey Cooke ile Hugh yasak bir ilişki yaşadılar ve bu ilişki basına sızdı. Eşini sevdiği her halinden belli olan Hugh'un böyle bir şey yapması yanlış da olsa 3 çocuk babası Hugh'un hala taşıdığı suçluluk duygusu kayda değer. “Bu konuda konuşmak kimsenin yararına olmayacak o halde en iyisi bunun hakkında hiç konuşmamak. Bu olayların basına yansıması bir nevi katalizördü, olayı anlatmaktan çok gidişatı etkiledi. Burada 'zavallı ben' demeyeceğim. Hepsi tamamiyle benim suçumdu. Olanlar karşısında şok oldum. Acı. Herkese acı çektirmiştim.”. Hugh bu konuda başka yorum yapmasa da yakın arkadaşlarına göre çift, bu olaydan sonra evlilklerini etkili bir şekilde tekrar inşa etti.



Ünlü oyuncu 1996'dan beri gençliğinde de etkilenmiş olduğu ama sivrilmemiş ruhsal bir depresyonun şiddetli belirtilerini yaşamaya başladı. “ Bir gün tam önümde iki araç çarpıştı ve yanmaya başladı. Ben ise sıkılmıştım. Düşündüm, hayır bu doğru olamaz yardım almalıyım, birilerine konuşmalıyım. Psikiyatristlere gittim” . Aktör klinik depresyonda da olsa boş duramadı, Stuart Little ve 101 Dalmatians gibi amerikan aile filmlerinde oynadı ve tedavisi ile birlikte Hollywood'da kendini tekrar keşfetti.

Yaşadığı ruhsal sıkıntı hakkında konuşmaktan çekinen aktör şikayet edebileceği bir şeyin olmadığının farkında “ Belki de benim problemim bu, hayatımda mücadele verdiğim bir şey var mıydı ? Tutkum neydi ? Amacım neydi ? Çocuklarım var benim amacım onlar. Bunun için onlara sonsuz minnettarım. Beni başka şeyler düşünmekten alıkoyuyorlar. ” . Aktörün büyük kızı Rebecca pazarlamacılıkta staj yapıyor ve diğer iki oğlu Charlie ve Bill de Edinburgh ve Bristol üniversitelerinde. “ Arsenal kazanınca mutlu oluyorlar. Ama eğer maçı kaybederse depresyona giriyorlar. Akşam evde çizburger varsa mutlu yoksa mutsuz oluyorlar. Onların hayatında bu tür şeylerin önemi büyük.” . Üç gencin de vekil babası ingiliz komedyenin en yakın arkadaşı Stephen Fry.

House M.D.

Bu sırada Amerika'da House M.D. adlı dizinin yapımcısı olan Bryan Singer dizide başrol Gregory House'u oynayacak bir oyuncu bulamıyordu. Rob Morrow, Patrick Dempsey ( Grey's Anatomy ) gibi aktörler rol için düşünüldü ama Singer onları yeterli bulmadı. Laurie'nin Namibia'da bir tuvalatte çektiği kaseti görene kadar da doktor Gregory House için kesinlikle amerikalı olmayan bir aktör düşünmüyordu. “ Kaseti banyoda çektim çünkü yeteri ışık sadece orada vardı.” Laurie kasette o kadar iyi rol o kadar iyi bir amerikan aksanı yapmışti ki Singer bile onun amerikalı olmadığını anlamamıştı. Laurie amerikan aksanı için “ fazla dizi ve film seyretmekle boşa harcanmış bir gençlik” diyor. O yıllar Laurie'nin depresyonda olması bir bakıma aktörün işini kolaylaştırdı denebilir. Canlandırdığı karakter Gregory House depresfi görünümlü, karanlık bir karakterdi.

Senaryo Laurie'ye ilk geldiği zaman House'un başrol olduğunu anlamamıştı. Temiz yüzlü yakışıklı Wilson'ın başrol, House'un ise bir nevi yardımcı “sidekick” oldugunu sanıyordu “ House gibi bir karakterin şovun yıldızı olabileceğine hiç ihtimal vermemiştim” ki çok anlaşılabilir bir durum çünkü dizi projesi daha adlandırılmamıştı. Laurie dizinin batacağından o kadar emindi ki Los Angeles'ta ev kiralamadı. “ Dizidekiler ev kirası sözleşmesi imzalarken ben onlara ' Siz delisiniz ancak bir ay yayında kalırız' diyordum. Otelde yaşadım, bavulumu bile açmamıştım. Aslında bu benim pesimistliğimin bir sonucu. Eğer bir şey iyi gidiyor ise bir şekilde hemen bitiverecekmiş gibi hissediyorum”. Laurie dizinin ilk yıllarında yoğum tempoyu kaldırmakta zorlanıyordu. Her bir bölümü 40 dakika olan dizinin iş yükü özellikle de her saniyesinde ekranda olan başrol için çok büyüktü “ House'un ilk zamanlarında bazen kafayı yiyecek gibi oluyordum. Çok zor bir işti ve bazen bunu durdurmak için herşeyi yapacak bir noktaya geliyordum. Neyse ki kahve çok iyi. Tam bir kahve hastasıyım, bir kere Propper Coffe'yi denedin mi geri dönüşü yok.”

2004 yılında başlayan House M.D. dizisi amerikan dizi tarihinin en başarılı dizilerinden biri oldu. 8 yıldır devam eden dizi 66 ülkede 81 milyondan fazla insan trafından izlenerek Guiness rekorlar kitabına girdi. Dizinin bazı bölümlerinde yönetmen koltuğunda Hugh Laurie oturdu. 2 Screen Actors Guild ödülü, 2 Altın Küre ve bir çok Emmy ödül adaylığı alan dizinin bu sezon final yapması kesinleşti. Laurie sayılı ömrü kalan House M.D. dizisine adanmış bir ömür hakkında “ Sanırım ben her zaman şu an dayapmadığı şeyi yapmak isteyen biriyim. Hep şu an yaptığımdan farklı bir şey yapmayı istiyorum. Çok usandırıcı olduğunun farkındayım” diyor.

Dizinin başarısı tavana vurunca Laurie'nin hayatında pek fazla Bir şey değiştirmedi “ 6'da işe gidiyorum 10'da eve dönüyorum. Eve geldiğimde de TiVo'ya kaydettiğim American Choppers izlerken soğuk spagetti yiyip uyuyorum. Zamanım varken eve(İngiltere) gidip köpeğimi gezdiriyor, piyano çalıyorum.” 

 

Günlük yazmaya başladım ama kendi günlüğümden o kadar sıkıldım ki uydurmaya başladım”. Laurie'nin Cambridge'de üniversite zamanlarında yazmaya başladığı “The Gunseller” adlı kitap böyle doğdu. Kendisi ayırca “Band from TV” adlı grupta piyano çalıyor. Piyanonun yanında davul, mızıka ve saksafonda çalabiliyor. 2011'in başlarında çıkan Blues albümü “Let Them Talk” Hugh'un en çok övündüğü başarısı. Müzisyen ilk defa çocukluğunda abisi ile arabadayken radyoda Blues çalmış ve bu müziğe vurulmuş “ Her şey biraz puslu aslında. Abim arabayı sürüyordu. 13 yaşındaydı o sırada, o halde altımızdaki arabayı kaçırmıştık. Ben de o sıra 11 veya 12 yaşındaydım galiba. Sanırım çalan şarkı Willie Dixon'dan 'Can't Quit You Baby' idi.” .

Din konusunda “ Hiçbir zaman dindar olmadım, bu aslında babamla ilgili. babam ben onun tıbba olan adanmışlığından etkilenirdim. Ben bilime inanıyorum. Gerçek olgular. Bilinen ve bilebilceğimiz şeyler yeteri kadar ilginç.”

Dizinin bitmesine sayılı bölümler kala dizinin yaratıcısı David Shore “ House için mutlu bir son düşünmüyorum. House, atını günbatımın sürüp mutlu bir sona varmayacak. Hayır bu kesinlikle yarattığımız karaktere ters düşen bir son olurdu.” diyerek dizinin hayranlarına küçük de olsa bir ipucu veriyor. Laurie ise gelecekte yapacağı projeler hakkında daha ketum, acaba İngiltere'ye dönecek mi? “ dürüst olmak gerekirse takvim tutmuyorum. 'Ağustos ayı yapılacaklar listesi: Polonya'nın işgali'. Hayır benim tek tutkum bir sonraki hikaye, bir sonraki proje ve bunu nasıl başaracağım.”

Kutu: Stephen Fry 1957 doğumlu ingiliz aktör, yönetmen, yazar, oyun yazarı, şair, gazeteci, komedyen, radyocu, senarist ve sunucu. QI adlı müzakere programını sundu, İngiltere'nin en tanınan entelektüellerinden. Şu an televizyon kariyerine devam ediyor.

Kutu: Emma Thompson 1959 doğumlu ingiliz aktör, en bilinen filmleri Harry Potter, Sense and Sensibilty ve Love Actually. Bafta ve Oscar ödüllü oyuncu sinema kariyerine devam ediyor.



Kaynaklar:

İnside The Actor's Studio: 12. sezon 18. bölüm (31 Temmuz 2006)
imdb.com
tv.com
Wikipedia
Telegraph Gazetesi Jane Mulkerrins (9 Şubat 2012), Craig Mclean (13 Kasım 2011), William Langley (14 Ağustos 2010)
News on ABC programı
BBC “Fry and Laurie Reunited” belgeseli 2010
The Hollywood Reporter dergisi
The Guardian Gazetesi
The Observer Dergisi Nicci Gerard ( 7 Mayıs 200 )

14 Nisan 2012 Cumartesi

Çok Başka Diyarlar

 true leadership is acting like you know what's going on when no one else does


emine ırmak ve abdullah tunç'un oğullarının hikayesi bu: mehmet emin tunç. babası afgan göçmeni, annesi ise tokatlıydı. bu iki ailenin soyağaçlarının ortak özelliği üyelerinin kısa ve kıllı oluşuydu. bu kurak dna havuzundan mirasını alan mehmet emin de  kısa boylu, geniş yüzlü bir çocuk oldu çıktı. genetik piyango bu sonuçta hep şanssız gitmez ya mehmet emin hızlı düşünen gayet zeki bir çocuktu. öğrenimini tamamlayıp boğaziçi üniversitesine gitti ve 10 yıl sonra 28 yaşında iken istanbul'un en saygın mühendislerden biri oldu.

kendi projelerinin davetlerine açılışlarına giderken yanında en güzel eskortlar ve en pahalı arabalarla giderdi. zengin ve cömert bir hayat yaşıyordu belki ama bu adamın iç dünyası komplekslerle doluydu. daha çocukken kısa boyuyla alay edenler yüzünden sayısız kavgaya girip ağız burun dağıtmıştı, lise döneminde lakabı kıllı babaydı, üniversitede onunla ders çalışmak isteyen kız çok ama yatmak isteyeni yoktu. mehmet emin aynı zamanda etrafında para için bulunanların da farkındaydı, bunu görebildiği için onlarla birlikte olmuyordu. hayat kadınları ile denedi aynısını ama birkaç sefer sonra o da dayanılmaz bir hal aldı. duygu yoktu, zevk alamıyordu.

mehmet emin en sonunda hayatının kadınını aramayı bıraktı. işlerine ve sahte olmayan sıkı dostlarına yoğunlaştı 29 yaşının son çeyreğinde. doğum gününün akşamında babası onu aradı. hal hatır formaliteden sonra evlilik hakkında konuşmaya başladı babası. kadınlardan ümidi kesmiş mehmet emin'in kafası bu işe yattı. bir hafta sonra tüm işlerini rayına oturtturdu ve anne babası ile bavulları toplayıp afganistan'a, hiç ayak basmadığı memleketine gitti.



uçağın kapısı açılınca afganistan'ın mehmet emin'e ilk selamı adamın yüzüne çarpan sıcak hava dalgası ve nem oldu. havalimanının üstünde tüm gücüyle parlayan güneşin binayı fırına çevirmesini sadece kocaman kocaman soğutucular engelliyordu. havalimanı yine bir nebze temiz ve normal idi ama dışarıda sokakta ülkenin gerçek yüzü ortaya çıkıyordu. boyu elektirik direğini geçen tek tük binaların arasında biten ufak tefek dükkanlar, sokaklarında baştan başa örtünmüş kadınlar ve sakallı çoğunluğu olan geleneksel kıyafetleri içinde erkekler.


Afganistan'da görevli isveçli kadın asker. yerli halktan birinin elini tutmak güveni temsil eder.

mehmet emin ve anne babası vakitlerini harcamadan işe koyuldular. ilk önce afganistan'ın en büyük etnik grubu peştunlardan (perslerle karışmış afganistan'ın gerçek yerlileri ) kız bakmaya başladı. esmer iri gözlü kadınları vardı peştunların ama mehmet emin beğenmedi. kendinden pek farklı değildi bu kadınlar. daha sonra afganistan'da güzel olarak adledilen hafif çekik gözlü özbek kızlarına bakmaya başladılar. bu uzun boylu ve kiraz dudaklı kızların aileleri afganistan'ın kuzeyinde şıbırgan'a bulunurdu en çok. ama mehmet emin gene kız bulamadı. çünkü özbeklerin gelenekleri evlenilen aileyle tam bir birleşme arıyorlardı. kızın ailesinin, erkek çocuklarının mehmet emin'in yanında çalışıp iş öğrenmesi gibi cins cins talepleri vardı. mehmet emin tamam dedi zira kız güzel. ta ki kızın erkek kardeşi sahneye çıkana kadar. kalın enseli kafası kocaman "mekbuh"u gören mehmet emin istanbul'da bu gorilden doğma adamı yanında çalıştırmanın tam bir cehennem ızdırabı olacağını öngördü ve bu kızdan da vazgeçti.

belki türkiye'deki kültürde zorlanmaz diye türkmen halklarına baktılar. ama yok, buradaki kızlar da afganistan'ın en kötü kızlarıydı. türkmenler kızlarını eve kapatıyordu ve en temel eğitimden bile mahrum ediyorlardı. böyle olunca da bu kızlar dış dünyaya vahşi ve bir o kadar da cahil yaklaşıyorlardı.

gezelim görelim ekibine dönüşen ailemizde moraller yerde, enerji de bitikti artık. mehmet emin'de de hiç umut kalmamıştı. babası ise ona kızıyordu kendisinden haberi yok kız beğenmiyor diye. yolculuklarının başından beri ailenin yanında olan ahmed şah adlı şoförleri bu durumdan etkilenmiş olacak ki bu  aileye son bir umut verdi. Afganistan'ın izole olmuş o tuhaf bölgesinden bahsetti: kafiristan.


rivayete göre İskender'in ordusu devasa büyüklükte Hindikuş Dağlar'ından dolanıyorken arkalarında toprak kayması olmuş ve geçtikleri dağ yolu kocaman kayalar yüzünden kapanmış. ana orduyu takip eden lejyonlardan biri bu yıkıntının arkasında kalmış. iskender doğu seferini geciktirmek istemiyordu. bu yüzden arkada kalan lejyonu kaderine terkedip hindistana doğru ilerlemeyi sürdürmüş. iskender tarafından yenilen kızgın afgan kabilileri de kayıp lejyonun eve dönüş yolunu tıkadığı için askerler dağların çevrelediği geniş bir ovaya yerleşmek zorunda kalmış. bu askerler dağ halklarından evlendikleri kızlar ile oraya yerleşmeye ve aile kurmaya başlamışlar. yıllar yıllar geçince buradaki neslin yeşil gözleri ve sarı saçları hariç geldikleri yeri hatırlatan başka hiçbirşey kalmamış. sarp ve ulaşılması zor bir yer olan kafiristan afganistan'da birbirine karışan diğer kavimlerden kopuk yaşamış ve kendi kültürlerini dillerini oluşturmuş ve kalaş halkı diye çağırılmışlar.

mehmet emin ve ailesi de ahmed şahın bahsettiği bu bu bölgeyi ziyaret ettiler. mehmet emin buradan çok etkilendi, ailesi de hemen ona kız bakmaya başladı. ama yolculuklarından çok daha farklı bir kültürü vardı kalaş halkının. kızın kim ile evlendiği kendine bırakılmıştı. bu topluluğun kadınları afganistandaki tüm grupların kültürüne ters gelecek bir biçimde özgür yaşardı. aileler kızlarını evliliğe zorlayamazdı. mehmet emin'in evlilik teklifi bölgedeki pek çok eve götürüldü ama hepsinden ret cevabı alındı. evet bu uzak yoldan gelmiş yabancıya ilgi büyüktü fakat kızlar bu adamı sevmiyor evlenmek istemiyordu. ama bu işi kafasına koyan mehmet emin sonunda teklifini kabul eden bir ev buldu. bu evin 3 kızı içinde en küçüğü, kızıl saçları ve donmuş kristale benzeyen yeşil gözleri olan Uru isimli kız. mehmet emin de zaten ablalarından çok daha güzel olan Uru'nun farkına hemen varmıştı.


kesenin ağzı genişçe açıldı, afganistan'da kızın kendi ailesi için, türkiye'de mehmet emin'in kendi çevresi için çok görkemli çifte düğün yapıldı. taze evli çiftimiz kendileri için kopan bütün hengameden sonra istanbul'da çamlıca'nın saklı kalmış bir köşesinde güzel bahçeli bir eve yerleştiler. Uru çabucak yeni evi türkiye'ye ayak uydurdu. bu genç kadın denemekten ve yeni şeyler yapmaktan korkmuyordu. mehmet emin de artık iş yoğunluğunu iyice azaltmış yeni eşiyle daha çok vakit geçirebilmek için eve erken dönüyordu. mutluluklarının en basit hali mutfaklarının penceresinden görünen beraber bulaşık yıkadıkları o andı.

mehmet emin ve uru'nun iki kızı oldu. büyük olan kızları babasının yanında çalışıyor , mimar olarak, küçük olan kız ise bilgi üniversitesi'nden avukat olarak mezun olduktan sonra üniversiteye geri dönüp akademisyenlik yapmaya başlıyor.


türkçe dandik kaynak
ingilizce güvenilik kaynak 

"... This historic region lies on, and mainly comprises, the basins of the rivers... and the intervening mountain ranges... Kafiristan took it's name because the inhabitants of the region were non-Muslims and were thus known to the surrounding Muslim population as Kafirs, meaning 'infidels'. They are closely related to the Kalash people, a fiercly independent peoploe with a distinctive culture, language and religon. "

3 Mart 2012 Cumartesi

En Büyük Hata



Marion Cotillard - The Champion of France


İlköğretim yıllarında tanıdığım en yakın arkadaşım Fuat'dı. Fuat, yaşıtlarına göre birazcık daha tombul esmerce kara saçlı kara gözlü bir çocuktu. Arkadaşlığımızın ne zaman başladığını hatırlamıyorum hiç ama o zamanların playstation 1'i ile ilgiliydi herhalde. Sık sık onun evinde toplanıp playstation oynardık. O en çok futbolu sever ben ise iki kişilik co-op macera oyunlarını severdim. Bir yaz günü Fuat beni ailesi ile gideceği pikniğe çağırdı. Onun küçük kardeşinin gittiği okulda her yıl düzenlenen geleneksel bir piknikti bu ve öğrencilerin yanında aileleri de çağırılırdı. 

Annem ile konuşup iznini aldıktan sonra yarın sabah kocaman bir otobüsle pikniğe gittik. Ormanlık alan alabildiğince geniş, hava olabildiğince harikaydı o gün. Bizim de içinde bulunduğumuz çocuk grubu, yemekler hazır olana kadar alandan biraz uzak, anayolun kenarında oyun oynanacak kadar geniş bir düzlük bulmuştu. Geleneksel çocuk oyunlarını oynayıp sıkıldıktan sonra biraz da voleybol oynadık. Gruptaki çocuklardan hiçbirinin boyu 1 metreyi bile bulmadığından olsa gerek anca iki vuruştan sonra top oraya buraya kaçıyordu.

Oyunun ortalarında ben topu havaya kaldırıp sertçe vurdum. Top, Fuat'ın oraya gitti, o da tüm gücüyle topa vurdu ve topumuz yolun ilerisine, kenarlarında sık ağaçların olduğu yere doğru giti. Genel kural: Atan alır. Fuat kocaman vücudunu sallaya sallaya koştu oraya. 2-3 dakika sonra döndü ama bize elindeki toptan daha önemli birşey göstermeye gelmişti. Hepimizi Fuat'ın tarif ettiği yere gittik. Taş öbeklerinin biraz ilerisinde yol kenarındaki uzun çalılıkların gizlediği yerde ağzından buharla karışık kan püskürten büyük siyah bir köpek yatıyordu. Bizim çocuklar köpekten o kadar çok korkmuştu ki kimse yanına fazla yaklaşamadı. Yaralı hayvancağız kulaklarından ve ağzından gelen kan izin verdiği müddetçe nefes almaya çalışıyordu. Ön ayakları garip bir şekilde bükülmüş, çarpık gibi duruyordu. 

Tartıştığımız teoriler (köpeklere işkence etmeyi seven kaçık ihtiyar, bir kaplanla ölümüne dövüşmesi ve mayına basmış olabileği) içinden aklıma en yakın ihtimalin yoldan geçen bir arabanın köpeğe çarpmasıydı. Çocuklar bir süre daha orada kalıp hayvana üzüldükten sonra topu alıp olay yerini terk ettiler. Sadece benle Fuat kalmıştık. Yaralı köpeği bulan o olduğu için sanırım kendini sorumlu hissediyordu, ben ise sadece merak ettiğim için kalmıştım. İkimiz düşündük düşündük en sağlıklı eylemin büyüklerimize bu olayı haber edip onların köpekçiği bir veterinere götürmesi olacağına karar verdik ve oradan ayrıldık. O an içinde 12 yaşındaki çocuklar olmasaydık eminim böyle bir karar verirdik. Hayır, o zaman bu çözüm yöntemi hiç aklımıza gelmedi. Onun yerine köpeğin ıstırabına son vermenin daha iyi bir fikir olduğuna karar verdik. 

Geldiğimiz yolda gördüğüm büyükçe bir taş parçasını getirdim. Fuat bana bakıp geri çekildi. Ona küçük kızlar gibi olduğunu söyleyip yaralı hayvanın başının ucuna dikildim. Taşı havaya kaldırıp  yatan köpeğin kafasına sertçe indirdim. Taşın altında ezdiğim hayvandan kasapların eti parçaya ayırırken ki o cıvık ses çıkmıştı. Yaralı hayvanın nefesi kesildi birden ama ölmemişti. Arka ayakları ile yerde sürünüp kaçmaya çalışıyordu. İki kez daha vurdum sonra durup seyrettim. ölmüştü..

Şortumun kenarlarında küçük kan izleri vardı. Taşı çalılıkların oraya fırlatıp Fuat'a baktım hadi gidelim artık diye. Tam gidiyoruz, arkamdan böyle garip, kısık bir köpek sesi geldi. Hayvan ölmedi herhalde diye düşündüm döndüm. Duyduğum ses demin öldürdüğüm köpekten gelmiyordu. Çalılıklar tek bir hışırdamayla iki tane siyah yavru köpeği ortaya çıkardı. Küçücük kuyruklarını sallayarak yerde yatan annelerinin yanına geldi. Bir tanesi ölmüş annesinin bacaklarının arasına girip kafasını annesinin bedenine yasladı. Diğeri ise annesinin başında dikilen bana kafasını uzatmış havlıyordu. 

Dehşete düştüm orada. O an kalbim yüz kat hızlı atmaya başlamıştı. İki yavru köpeğin annesini başını eze eze öldürmüştüm. Çok ama çok büyük bir hata yapmıştım. Hatta hata bile değil korkunç bir cinayetti resmen yaptığım. Ellerim titreye titreye eğilip iki köpeği de kucağıma aldım. Yavru köpekler hala havlıyor ve kucağımdan inip annelerinin cesedine ulaşmaya çalışıyorlardı. Yavrulardan bir tanesini yanımda bostan korkuluğu gibi dikilmiş yüzü aynı kireç gibi bembeyaz olmuş Fuat'a verdim, diğerini de kendim aldım ve piknik alanına döndük. İkimiz o günü iki yavru köpeğin bakımını üstlenip kendi payımıza düşen kebaplarla beslemekle geçirdik. 

Söylemeye lüzum yok gibi o köpekleri yanımızda eve götürdük. Benimkinin adı Cesur, annesini ve kardeşini benden korumaya çalıştığı için. Fuat'ınkinin ismi ise Max. Neden o ismi verdi bilmiyorum. Şu an geriye dönüp  baktığımda, yaptığımı düşününce hala içim sızlar bir fena olurum. Cesur kötü hissettiğimi hemen anlar başını kucağıma koyar. Benim içimdeki suçluluk duygusu ise ikiye katlanır Cesur'un başını okşarım.


14 Şubat 2012 Salı

bağımlılık

 bil bakalım bu kim?


üniversitenin 3. yılında erasmus öğrenci değişim programına katılmaya karar verdim. erasmus öğrenci değişim programı bilmeyenler için 4 yıllık okulda okuyan avrupa kıtası öğrencilerinin bir dönemliğine veya bir yıllığına avrupadan diğer bir üniversiteden öğrenci ile üniversite değiştirmesi. harika bir deneyim. herneyse bizim okulun anlaşmalı oldugu okullar arasında çok ama çok az iyi okullar vardı. bunun yanı sıra bu az okullardan çoğu da benim okuduğum bölümü desteklemiyordu. nokta atışı yaptım ben de. university of helsinkiyi seçtim. finlandiyanın başkentinde muhteşem bir okul, ayrıca dünyanın ilk 500 üniversitesi arasında. kızları ve gece hayatını saymıyorum bile.

fakat bu üniversiteye gitmek isteyen tek kişi ben değildim. bu güzel üniversiteye ayrıca başka bir kız da gitmek istiyordu. şimdi erasmus için seçildiğin zaman kriterlerin şöyle: %50 gpa yani yıl sonu ortalaman ve %50 istanbulda gireceğin ingilizce sınav ve mülakat. bahsettiğim kızın gpa si tam not 4.00 ve ingilizcesi tamamiyle harika. eğer bu kız ile yarışırsam istediğim üniversiteye gidemeyecektim. adil yollardan kazanamacayacağım için ben de hile yaptım. sonuçta savaşta herşey mübahtır. sun tzu.

kızla konuşmaya ve yakınlaşmaya başladım. hobilerini, arkadaş çevresini falan öğreniyordum. 1 ay sonra doğum günü olduğunu öğrendim. doğum gününü kutlamaya beni de çağırdı. güzel bir gece thales'de kutladık kızın 21. yaş gününü. herkes çeşit çeşit hediyeler verdi. benim hediyem de 3 aylık bedava world of warcraft deneme paketiydi. kız hediyemi kabul etti ve teşekkürler dedi. ona yaptığım kötülüğün farkında değildi.

sömestırın 2. yarısında yani bahar yarıyılında tekrar okul başladı. arkadaşlarımla yeniden görüşüyor arayı kapatıyordum. ben bu çalışkan kızımızı göremedim. sordum çevreye gören duyan da yoktu. aylar beklediğimdne çabuk geçti. öyle böyle atlattım finalleri midtermleri ve yıl sonu ortalamamı iyi getirdim. university of helsinki için başvurucaktım. bizim erasmus koordinatörü aynı zamanda bizim bölüm hocamız.  onun ofisine gidip bilgi almam gerekiyordu. binaya girdim ofisi buldum. kısa bir soru sorup çıkmak için kapıyı tıklatmadan girdim. yeni sömestırın başından beri görmediğim o çalışkan kız içerde program koordinatörünün önünde saçı başı karışık hüngür hüngür ağlıyordu. uygunsuz durumda girdiğim için hemen çıktım. ulan ne oldu acaba kıza diyordum. yarım saat sonra geri geldim tekrar koordinatör ile konuşmak için. odası boştu, beni kabul etti. kendi sorularımı sorduktan sonra deminki kıza ne oldu diye ortaya attım sorumu. koordinatörümüz açıklamaya başladı

kız okulu, arkadaşlarını bayağı bayağı kesmiş, hayattan kopmuş evden çıkmaz olmuş. ailesi onun için endişeleniyormuş. aptal bir oyun yüzünden 1 yılı tekrar okumak zorundaymış. bu kadar çalışkan bir öğrencinin bu hale düşmesi hocamızı çok şaşırtmış ve üzmüş.

ben bunları dinledikten sonra teşekkür edip ayrıldım. masum bir insana böyle birşey yapmak vicdanımı sızlattı. ta ki internette 9gag a girip birkaç komik resim görene kadar. sun tzu ne demiş bu konu hakkında? ....bilmiyorum. ama kesin beni haklı çıkaracak birşeyler söylemiştir.

Kristen Bell

13 Şubat 2012 Pazartesi

İstanbul'da Yapılacaklar

it's all in how you carry yourself. if you wake up in the morning and think you are a pussy then that's how you are gonna act. wake up with a purpose and you are good to go

way amk. para var araba var istanbulda yapacak bişey mi yok? ben istanbulda olaydım da şimdi keşke galata köprüsünün altında taş olaydım.

1- sirkeci gülhane sultanahmet ve özellikle cağaloğlunun sokakları karış karış gezin. nuruosmaniyede dünyanın en iyi dürümcüsü var bi dürüm yiyin.

2- beyazıt ve lalelinin ara sokaklarında çok güel oteller var gidin lobilerine bir şarap için.

3- kumkapıya gidin bi meyhanede rakı için

4- sultanahmedin arka taraflarına gidin kendinizi portekizde hissedin. marmara cafe de bir nargile için. denize nazır oh miss.

5- süleymaniyenin orada kuru fasülye yiyin.

6- fatihde kadınlar pazarında istanbulda yiyebileceğiniz en güzel kırmızı et yemeğini yiyin.

7- fatih karagümrüğün maçına gidin, çılgın bir taraftar gibi tezahürat yapın

8- eyüp piyerlotiye gidin kafanız dinlensin, kahvaltı yapın.

9- taksime gidin bira için doyuncana çıkışta midye dolması ve ıslak hamburger yiyin

10- taksime gidin melekler kahvesine fal baktırın.

11- taksime gidin yeşilçam sinemasına veya zafer tunaya gidip sanatsal bir film izleyin.

12- taksime gidin bi aslaş barda canlı müzik dinleyin (kız yoksa zor ama)

13- taksimde balkanlarda veya yemek klubunde ucuza doyuncaya yemek yiyin.

14- istiklaldeki sokak çalgıcılarıyla muhabbet kurun

15- istiklalde imam adnan sokak taraflarında travestileri bulun onlara yemek ısmarlayın hayat hikayelerini dinleyin

16- nevizadeye gidin çılgın kalabalıkta sadece için

17- gay bara gidin ilginç bir duygu harbiden gidin.

18- galata köprüsünün orada biranızı elinize alın için, karaköy merdivenlerine gidin oturun için

19- karaköyde sahilde namlı gurmenin orada saat 5 ten sonra bi balık yapan seyar balıkçı vardı. hala varsa oraya gidin. harika balık ypaıyordu. güllüoğlunun tatlısını da yiyebilirsiniz.

20- tophaneye gidin nargile için yazarak bitmeyecek amk. bunun bin yolu var. daha anadayolu yakası var ohohooo zaman ilk akla gelmeyenleri yazayım

21- kireçburnunda leyla ile mecnunun çekildiği yere gidin süper bir yer ora.

22- istinyede ki at binme merkezine gidin at binin çok güzel oluyor.

23- beykozdaki belediye tesisine gidin.

24- şile tarafında göl evleri var orman içinde hele bi gidin.

25- 3. köprünün yapılacağı karadeniz sahilinde o köye gidin daha bozulmadan gidin arkadaş

26- moda da iskele cafe var sahilde, sanırım belediyenin. gidin.

27- fenerbahçede bahçe çay bahçesi vardı. hala varsa gidin.

28- zincirlikuyudaki go kart pistine gidin arabaları iyiydi.

29- balata gidin saatlerce dolaşın. fener rum patrikhanesine gidin.

daha da edemiyorum yaayım. yalnız benim tercihim sultanahmet tarafları olurdu hiç şüphesiz. o arka sokaklar o tarih bizim haketmediğimiz kadar güzeller oralar.

yazan: big bang



10 Şubat 2012 Cuma

Akıllı olun

shit, if she is single, you are fighting against the world, if she is taken you only have to beat one person.
   

      ula anlamıyorum ya ben bu mevzuyu. bir erkek ne ödüyorsa kız da onu ödemeli. atıyorum dışarı mı çıkıldı. yemek yendi erkek ödedi. sonra sinema var kız ödesin abi. mevzuya gelince işte yok ataerkil toplum istemiyoruz yok vik vik. ulan sen de gir o zaman işin içine. dışarı çıkıyoruz. e arkadaş sen de öğrencisin ben de öğrenciyim. ortalama gelirimiz aynı. ailem bana al oğlum kız arkadaşınla yersin diyip fazladan 1 milyar göndermiyor açıkçası. ben artık demelerini de geçtim. yemek yeniyor ödüyorum. kız ben de ödeyim diyor tamam bir sonrakine sen ödersin ödeşiriz diyorum samimiyetimle açık açık. bir sonraki geliyor. e yine ben. ya da ne bilim gidiliyo bi kızla bi yere. oturuluyo. işte vs vs söyleniyo tatlı geliyo. bi çatal al bırak. ulan yemiceksen niye söylüyorsun sen o tatlıyı. senin bi çatal alıp yemiceğin tatlıya ben niye 10 lira veriyorum. sokaktan dilenci çevirir karnını doyururum arkadaş 10 liraya adamın. vallahi bak sinerlendim yine ha. bak abi işte sen de kıza. ben ödeyim derken hiçbir atraksiyona girişmiyorsa (çantadan cüzdanı çıkarma, parayı çıkarma gibi gibi) yol ver gitsin.

metehan01

1 Ocak 2012 Pazar

1 Day of Summer

I do not have a source to attribute this to, but since I'm posting it on the Internet, people will just assume I'm right.


Living in L.A. i went to Boston to visit (went to college there) for a weekend. Was walking down Newbury street talking on the phone when I saw her. We checked each other out for quite a while. I saw her, she saw me. We looked away to pretend we weren't checking each other out. That sort of thing. I was talking on my phone during all this when I finally said to the person on the other line: 'Hey, i gotta run. I'm gonna go talk to a girl'.
 
Went up to her and said: 'I'd ask you out for some coffee but I see you already have a drink' (she was holding a cup). We started chatting and she offered her phone number. It was awesome. I was so nervous going up to her but part of me didn't give a crap because I was leaving the next morning. If she rejected me, it certainly would not have been the first! We hung out later that evening, didn't sleep at all then went to see the sunrise with Dunkin Donuts coffee. She dropped me off to catch my flight the next day back to L.A. I called her as soon as I landed. She came out to visit me 10 days later and we got married 8 months after that day. That's the story in a nutshell. Every time I think about how we met it feels unreal! This kind of stuff doesn't happen! I was lucky that it happened to me

reddit