22 Mayıs 2011 Pazar

Classic Celebrities



İnternette gezinirken ünlülerin resimleri ile klasik portreleri biraraya getiren güzel bir çalışma gördüm. worth1000 adlı en eski photoshop ve image sitelerinden biri online bir contest hazırlamış ünlüler hakkında. Buyrun seçtiğim çalışmalar:



Captain Jack Sparrow

William Wallace

Oh Captain My Captain


Indiana Jones

Donnie Darko'nun hocası

50 Cent

Victoria'nın kölesi

Gregory House

Meğerse başından beri hayalet oymuş

Tyler Durden

Friends

M.J.


19 Mayıs 2011 Perşembe

Internet Makes Money

Çinli kral Goujian savaşta düşmanı korkutmak için ölüme mahkum edilmiş suçlulardan oluşturduğu ön safını kendi kafalarını keserek düşmana doğru koşmalarını emrediyormuş.


Basit bir cep telefonunu 200 model Porsche Boxters S'e dönüştürmek hayaldi gerçek oldu. Craiglist adlı takas ve ihtiyaç sitesinde ilk olarak basit bir cep telefonu ile başlayan 15 yaşındaki Ortiz ( hayır artiz değil ) iki yıl içinde kendine güzel bir araba ile geri döndü.

ilk olarak cep telefonunu daha güzel bir cep telefonu ile takas etti. birkaç cep telefonu takasından sonra eline bir ipod touch geçti. ipod touch tan sonra yarış bisikletlerine yöneldi. yarış bisikletleri ile uğraştı ve sonra da apple macbook takas etti. apple macbook u da 15 yaşında daha sürememesine rağmen toyota runner ile el değiştirdi.

Toyota 4Runner

zaten arabayı kullanamıyordu o yüzden bir süre sonra toyota 4runner ı elinde fazla bekletmedi ve onu da bir tane golf arabası ile değiştirdi. bütün bunları yaparken sadece craiglist kullanıyordu- işin içine para dahil değildi. golf arabasından sonra tekrar yarış bisikletleri ve eski model arabalara döndü Ortiz ve bir şekilde Ford Bronco eline geçti. Ortiz çok şanslı ki 1975 model ford bronco 15K dolarlık bir koleksiyon parçasıydı ve ford bronco ile okula gidip gelmek pek havalı olmadığından olacak Ortiz daha 17 iken onu koleksiyoncuya verdi ve karşılığında ilk Porsche sini aldı ( en baştaki resim ). Şimdi ise kendisi hakkında çıkan haberler ile ünlü oldu Ortiz ve pek çok sayıda insan benim de telefonumu bir arabaya dönüştürür müsün diye ona elektronik posta yağmuruna tutuyor. 


Ford Bronco

porshce'yi elinde pek tutacağa benzemiyor çünkü sadece bakımı 1k dolar ve benzin harcaması da çok fazla. şu an daha ucuz ve az benzin yakan bir araba arıyormuş kendisi cadillac escalede


Cadillac Escalade

Ortiz küçük bir kara para aklama lordu olabilir emin değilim ama hükümetin onun "kazandığı" parayı vergilendirmesi yakındır. 

Özet:

Cep telefonu - daha iyi cep telefonu - iPod touch - yarış bisikleti - MacBook Pro - Toyota 4runner - golf arabası - daha çok yarış bisikleti - daha havalı arabalar - Ford Bronco. 1975 model Ford Bronco da bir koleksiyon parçası olduğu için hayli hayli bir Porsche parası etti.



18 Mayıs 2011 Çarşamba

Bahriyeli

Sinir bozucu reklam penceresini kapatmak isterken yanlışlıkla üzerine tıklayıp başka bir pencere açmak insanı bilgisayar başında delirten şeylerden biri.

İzmit'in küçük bir kasabasında doğdum. Hiç kardeşimin olmamasının sebebini küçükken yaptığım şeytanlıklar sonucu annem ile babamın ne tür bir canavar dünyaya getirdiklerini anlamış olmalarına bağlıyorum. Yüzümün diğer uzuvlarına göre orantısızca büyük olan çenem ve kafam ile bir sağa bir sola koşturuyor yaramazlık yapıyordum. Tek çocuk olmak o kadar güzel değil, aile tüm ümidini sana bağlamış oluyor. Bu stres yüzünden mi yoksa gerçekten aptal olduğumdan mu bilemiyorum ama okulda pek başarılı değildim. Harfler gözümde devleşiyor, sayılar anlamsızca dans ediyordu. Hiçbirini anlamıyordum.

Neyseki rahmetli babam eski denizciydi de bağlantıları ile beni denizci lisesine verdi. İtiraf etmeliyim ki benim gibi kafası zor basan birine öğretmek için askeri eğitim gibisi yoktu. Askeri liselerin güzel bir tarafı da sigara içmenin çok büyük bir suç olmaması. Sigaraya da o yıllarda başladım. Liseyi bitirdiğimde babamı kaybetmiştim. Allah rahmet eylesin. Bugün olduğum kişi onun eseridir. Eğer beni bahriyeli yapmasaydı sanırım ya serseri olurdum ya da tamirhanede çırak. Bir zamanlar onun olan pipoyu kullanıyorum şimdi. Ondan bana kalan en güzel hatıralardan biri mekanı cennet olsun...

Denizci maaşım ve babamın ustalıkla kurduğu çarklar sayesinde hiç sıkıntı çekmeden evi geçindirebiliyordum. Mahallede havamdan geçilmiyordu. Sanırım muhittki bazı kızlar sırf benimle yolları kesişsin diye sokak köşelerinde pusu kuruyorlardı. Hiçbirisine talim etmedim. Gönlüm bir başkasını istiyordu. Şimdi geçmişe dönüp bakıyorum da o kadar ahım şahım bir kız değildi. Zeytin gibi ufacık gözleri, uzun ve sivri bir burnu ve yüzünde kocaman gülümsemesi ile ruhundaki o saflık o günlerde bu kız için yanıp tutuşmama sebep oluyordu sanırım.

Bir kızı bin kişi ister bir kişi alır ama. Hapishanelerde çürüyecek iken devletin el uzattığı öksüz ve esmer bir kürt çocuğu vardı. Liseyi beraber okuduk ama hiç hoşlanmıyordum kendisinden. İriyarı bir çocuktu ve hırsızlıktan gaspa ve adam yaralamaya kadar herşeye el atmışlığı vardı. Lisedeki çocuklara kök söktürürdü. Bir tek bana ilişmezdi. Onun gazabından kaçan çocuklar bana sığınırdı. Bir keresinde okuldan tam çıkarken yukardan ağlama sesleri duydum. Sesler çatıdan geliyor gibiydi. Hemen yukarı çıktım ve bir de baktım ki bu embesil herif bir çocuğu çatıya kitlemiş onu orada terketmekle tehdit ediyor. Sınıf başkanı olduğum için olaya müdahale ettim. Anahtarlı vermesini emrettim ona. Pis pis süzdü beni şerefsiz. İstemeyerek anahtarları açık duran avucuma bıraktı ve oradan sıvıştı. Kapıyı açtım ve çocuğu içeri aldığım an o terli şişman suratından tanıdım hemen. İsmi lazım değil biz ona hamburgerci diyorduk. Yemin ederim bir gün bile bu çocuğun hamburgerden başka birşey yediğini görmedim. Herneyse işte o günden sonra benim sıkı dostum oldu. Hala da öyledir benim yanımda çalışıyor kendisi avukat.

Nerden geldim buralara...neyse bu bahsettiğim azman insan müsveddesi bizim mahallede sevdiğim kızın tam karşısında bir ev tutmuş. Benim haberim yok tabi, olsa idi orada barındırmazdım onun gibi bir serseriyi. Bir gün eve dönerken gördüm ikisini. Herif(5 karış da sakal bırakmış it) kızı köşede sıkıştırmış pis pis gülüyordu. Kız ona dokunmaktan çekiniyor ve kurtulmak için bir yol arıyordu. Hemen oraya gittim ve o pisliği kızdan itekledim. Aramızdaki boy ve cüsse farkına rağmen sevdiğim kızı korumak için bütün pençelerimi çıkarmış dövüşecektim. Adam bana doğru yaklaştı. Ben daha ne olduğunu anlamadan çok sıkı bir yumrukla suratımın ortasını dağıttı. Bu insan azmanı beni tek yumrukla afallatmıştı ve ona karşı hiçbir şansım yoktu. Herşey ümitsiz görünüyordu. Neyseki göğsümde sakladığım bir silah vardı.

Ispanağımı çıkarıp iki çiğneyişte yuttum ve kabasakalı oracıkta doğduğuna pişman ettim. Safinazdı da kurtardım.

16 Mayıs 2011 Pazartesi

Demokratik Medya = Demokratik Toplum

I hate that feeling when you type a common word but not sure if the spelling is correct such as professor.

  Günümüzde medya diyerek başlarsam aynı şeyi onuncu kez okumaktan kafayı yiyecek bir hocam olduğuna inandığım kadar demokratik bir medya için hazımsızlık çekmeyen bir topluma ihtiyaç olduğuna inanıyorum. Medya toplum üzerinden beslenen, toplumsal alan ile kuvvet bulan bir güçtür. Eğer medyanın demokratik olmasını istiyorsak önce toplumu demokratik görüşe yaklaştırıp diğer fikirlere olan yabaniliğini üstünden atmalıyız.


  Türkiye Cumhuriyeti'nin vatandaşlarına bakış açısı değiştirilmesi gerek. Çimentosu milliyetçilik olan bir devletin diğer etnik kökenli azınlıklara bakış açısı ne kadar iyimser olursa olsun milliyetçiliği benimseyerek baştan Türk Milletini karma insanlardan ayrı bir üstünlüğe taşımış olur. Milliyetçiliğin ne kadar mantıksız bir olgu olduğunu açıklamama gerek yok. Seçilmeyen bir milletin arasında doğup, seçilmeyen o ülke topraklarında Biryeristan vatandaşı olarak damgalanmak ve dünyayı gezmek için Diğeryeristan ülkesinden vize almak veya Biryeristan'dan bunun için evraklar göstermek insanlığın özgür yapısına aykırıdır. Dünyada doğduğunda dünyanın vatandaşı olunur ve bu dünyada doğan insanlardan hiçbir fark görülmez. Maalesef şu anki sistem bunun tam zıttını ilan edip farklı milletler ile damgalıyor insanları. Bu damgalanmanın sonrasında ise bütün iyimserliği ile başkalarının yaşam hakkına saygu duyulması tembih ediliyor. Ama insanların yetiştirilmesinde geçen süreci mercek altına alırsak pek çok "ters giden" uygulamayı görebiliriz. Türkiye'de yaşayan insanlarda çok fazla "diğerler" ve "dış odaklar" korkusu var. "ordu-millet" olmaktan övünen, "Gerekirse doksan bin şehit tekrar orayı alırız" diye açıklamaları olan, belli ki insanları buzdolabı falan sanan, bakanı olan ve çatışmalarda hayatını yitiren genç insanların ailesine "Vatan sağolsun bir oğlum olsa onu da gönderirdim" cümlesini zorla kurdurtan bir toplum baskısı kuran cemiyette yaşıyoruz. Bu korkunun beslendiği yerlerden örnek vermek gerekirse en kolayı ve en barizi eğitim sistemidir. Milli güvenlik dersi gibi dünyaya düşman yetiştirmeye programlı bir derste bütün komşular güya Türkiye'nin kuyusunu kazmakta ve teröristlerle işbirliği içindedir. Tarih derslerinde şanlı milletin fethettiği ama o korkunç yağmacı tecavüzcü barbar "diğerler"in işgal ettiği hikayeler anlatılır. Beden eğitimi gibi sadece spor ile ilgilenmesi gereken bir derste çocuklara askieri düzen öğretilir. Dersleri bırakın her sabah daha ölüm ile yaşam kavramlarını anlayamamış gençlere devletin bekası için varlıklarının onlardan üstün bir varlığa armağan edildiği bir yemin ettiriliyor. Ayrıca belirtmek gerekiyor ki armağan edildikten sonra hiç tasvip etmediğim bir slogana katılan bu çocukların hiçbiri o mutlu ilan edilen milliyete ait değil. "Kürdü, lazı ve çerkezi" ile anılan Türkiye aslında bunun ötesindedir ve artık soyağacının takip edilmesine gerek olmayan bir dönemdedir. Bazı sebeplerden ötürü bariz faşizan diyemediğim ama gayet askeri bir amaca hizmet etmek için yetiştirilen bir toplumda bir başkasının varlığına veya medyadaki temsiliyetine saygıdan söz etmek mümkün mü bilinmez.


  Maalesef toplumdaki bu "milli cehalet"e Türkiye Medyası'nın körükle gittiği söylenebilir. "Nasa'yı şaşkına çeviren Türk", "Bilim dünyasını altüst eden Türk", "Tıp dünyasını dumura uğratan Türk" başlıkları ile Türkiye Medyası en başından "Türk" damgası vurarak aslında temsil etmesi gereken azınlık bir kesimi dışlamaktadır. Demokratik medyanın özelliği alternatif söyleme yer vermesidir. Mesut Özil'in kendisini kürt olarak tanımladığı bir açıklamasından sonra medyanın Mesut'u neredeyse vatan haini ilan etmesi bu dar görüşlülüğün ve alternatif olamamanın bir yansımasıdır. Toplumu ve dolayısıyla medyayı bu hazımsızlıktan çekip almak ve demokratikleştirmek için bu ülkede çok sağlam belli yapı taşlarının oynaması, değiştirilmesi gerekiyor. Bunun da imkansıza yakın olduğu söyleniyor ama geleceğin ne getireceği bir muamma. 

14 Mayıs 2011 Cumartesi

Bir Doktorun Dediğine Göre

Hristiyan cenazelerinden önce merhumun rektumu dikilerek kapatılır çünkü ceset sıkışmış bir gaz yüzünden törende osurabilir.


   Her seferinde sizinle ilgili ters giden şeyin ne olduğunu anlayamıyoruz. Neyiniz olduğunu kesinlikle tespit edebilen ve bunu şüphe bırakmayacak derecede ispatlayan büyülü bir test de yok maalesef. Ayrıca bir hastalığın tanısına algoritma uygularak ulaşamazsınız. bu matematik değil, vücudunuz benim okuduğum tıp kitaplarını okumuyor. Genelde de gözden kaçırdığım birşey yoktur zira bütün doktorlar sırf gözden birşey kaçırmadığına emin olmak için gereğinden fazla test getirmenizi ister sizden. 

   Kesin tanıları ve hastalıkları spesifik bir başlıkta toplamak tıp biliminin 100 senesini aldı. Çok nadir vakalar ve çok nadir semptomlarla ayrılıyor. Bu yüzden benim insan olduğum gerçeğini ve beynimin içinde bütün bir tıp bilgisini muhafaza edemeyeceğimi anlayın. Ben size yardımcı olmaya çalışıyorum, sabırlı olun. "Neden ben? Nasıl oldu bu? Neden iyileşmiyorum?" en zor sorulardır. Cevaplanması mümkün olmayan sorular. Bazı hastalıkların , biyokimyasal olarak, cevabını anlamanız için yıllar gerekiyor. Bu yüzden tüm bunları bir ceviz kabuğuna sıkıştırıp sizi aydınlatmamı istemeyin. Vücudunuzu ben yapmadım, sadece iyileşmenize yardımcı olabilirim. Yapmanız gereken tek şey plana sadık kalmanız. Size reçeteler yazabilirim ya da istediğiniz her türlü ameliyatı yapabilirim ama benimle birlikte hareket etmezseniz bir yere varamayız. 

   Aslında bir yere varmak o kadar önemli değil. Ne de olsa gece başımı yastığa koyduğumda düşündüğüm son şey siz ve sizin hastalığınız.

9 Mayıs 2011 Pazartesi

Cimriliğin Tek Adresi


Havalimanında asla osurmayın, termal kameralar var.


Genelde bu konular hakkında konuşmayı sevmem. Bence insanların büyük çoğunluğu refah içinde yaşamak istiyorsa zorunlu olarak bir kısım insanı sömürmelidir. Bu değiştirilemez bir çark ve herkesin hatta en sosyalist geçinen insanın bile şu an evinde rahat oturmasını sağlayan bu çarkta istemeden de olsa almış olduğu görevdir. Ama bazen öyle şeyler oluyor ki insanlık onurunu sırf para yada daha az değerli şeyler için yerle bir edenler. İşte o zaman insan banane yahu deyip geçemiyor sanırım. O insan için üzülebiliyor ve utançtan kendi ayak parmakların içe kıvrılabiliyor. Tıpkı "Var Mısın Yok Musun" yarışmasında Türkiye'ye getirilen dünyaca ünlü insanların karşısında programdakilerin kendini rezil ettiği zaman hissettiğin gibi oluyor.







Evet benim sansürüm çok aptalca duruyor farkındayım. Resimdeki arkadaşların çoğu üniversiteli. Bir şirket ile anlaşmalılarmış. Ne kadar para aldıkları konusunda konuşmak istemiyorlardı ama sırtlarında taşıdıkları plaketlerin o kadar ağır olmadığını ve her saat başı mola aldıklarını söylediler. Saturn ki İstiklal Caddesi'ndeki İstiklal Demirören AVM'sinde bulunan bir mağaza, anlamadığım bir şekilde aptalca mı desem, salakça mı desem bir türlü karar veremediğim bir reklam yöntemine başvurmuş. Kocaman plaketleri insanların sırtına eşşek gibi bağlayıp ellerine bir tomar Saturn'deki indirimleri gösteren broşürler verip İstiklal Cadde'sine salmak. Sanırım Saturn'un medya planlamacısı yada halkla ilişkiler uzmanı konusunda sıkıntı var. Bunun ne kadar küçük düşürücü birşey olduğunu idrak edememişler. O insanların onurunu umursamayan Saturn kendi prestijini de sallamıyor galiba. Bu tür reklam girişimleri insanları o mağazaya çekmek yerine bilakis insanları oradan soğutur. 



Dağıttıkları aptal broşür ve başlığın esin kaynağı.

Keşke elimde o etkileyici sosyalist manifestolardan kupleler olsa ve bunları yazarak sizleri daha parlak bir gelecek vaadi ile mücadele etmeye teşvik edebilsem. Ama böyle birşey hem benim hem sizin için zaman kaybı olur. Sistemi değiştiremezsin. Aslında biraz gerçekçi düşünürsek sistem piramadinin en aşağı tabakasından en yukarısına kadar kimse gerçekten mutlu değil. Ne yaptığı işten ne olduğu insandan. Herkesin bir problemi var. Eh hadi o zaman bunu düşünüp morallerinizi yüksek tutun.


5 Mayıs 2011 Perşembe

Sansür

Duştan sonra havluyu omzunuza attığınız zaman gerçek bir romalı gibi hissediyorsanız daha ölmemişsinizdir.

Her sansür hareketi devletin ömrünü elli yıl uzatır. Toplumun dış dünyaya entegre olmasını ne kadar erteleyebiliyorsa o kadar vakit kazanırlar. Ama değişime daha ne kadar direnebilirsin ki? Eninde sonunda yönettiğin toplum senin güdümünde değil de globalleşen ve yek vücut olarak hareket eden bir organizmanın parçası haline gelecek. Değişime direnmek nafile bir çabadır.

Öyleyse devlet neden hala sansür silahını hala kullanıp ölmeden önce son kozlarını oynayan bir hasta gibi davranır? Bunu açıklamak çok zor. Sanırım devleti yöneten kesim devlet ne kadar uzun süre devam ederse o kadar iyidir diye düşünüyor olmalılar. Sansür ile insanları durduramazsın ki? Bu konuda yetkin bilgiye sahip olmayı bırakın sadece internetteki talimatları takip eden bir insan bile tekrar senin yasakladığın bilgi kaynağına ulaşabilecek. İnternet sayesinde kendine ait bir gemin oluyor bilgi dünyasında. Devletin koyduğu sansür ise sadece birkaç ufak fırtına ve dalgadan ibaret gözümde. Sansürle mücadele edenlere tavsiyem biraz beklemeleri olacaktır. Sansür mekanizması çok ileri olabilir ama o ne kadar güçlenirse ona karşı oluşturulan teknikler de aynı oranda gelişecektir.

Bence devlet “değişimi nasıl engelleyebilirim” yerine “değişen dünyada nasıl bir konum almalıyım” diye düşünmeli. Eğer varlığını idame ettirmek istiyorsa değişime ayak uydurmak lazım. Hatta değişmeden kalması imkansız olduğu için bu safhayı da geçip en çabuk nasıl adapte olabilirim diye kafa yorulması gerek. Maalesef devletin kademelerindeki insanların internete yaklaşımları feci derecede eski. Kaan Sezyum'un ulaştırma bakanlığı hakkında
Adamlar internetten sorumlu internete bakıyorlar ama aynı zamanda trene de bakıyorlar” 

diyerek dile getirdiği espritüel yaklaşım resmen 10 sayfalık bu içler acısı durumu mizahi bir dille tek cümlede ifade ediyor.



Son olarak benim de çok ziyaret ettiğim ekşi sözlük adlı sitenin altında yazanların bir kısmını paylaşmak istiyorum:

 ...devlet tarafından atanmış bir kurumun internet üzerinde kimin hangi bilgiye ulaşıp ulaşamayacağına karar vermesi insan haklarına aykırıdır. web siteleri kullanıcıların istekleri doğrultusunda bağlandıkları yerlerdir. kullanıcılar isterlerse bir web sitesine bağlanmayabilirler. bu güçleri ve imkanları mevcuttur. bir kullanıcı bir siteye bağlanmak istiyorsa bu onun tercihi ve hakkıdır. bağlanmak istemiyorsa bu yine onun tercihi ve hakkıdır. halkın kendisine hizmet etmesi için görevlendirdiği kurumlar hadlerini aşıp halka neye ulaşıp ulaşmayacağını bilmeyen cahil cühela muamelesi edemezler...devletin milletini küçük düşürmesi ve ebleh yerine koyması yasaktır.”

1 Mayıs 2011 Pazar

My Story


I hate that guy who annoyingly becomes friends with all of your other friends.


   Dublin / Ireland


  Sessiz evimde gözlerimi açıp tavanı inceliyorum. Bahçeden tok bir araba kapısının kapanma sesi geldi. O eski motorların gürültüsü ile de arabanın gittiğini anladım. Sonunda gitmişti. Artık ev bana kalmıştı. Yokluğunda artık eve hakim olucaktım ama yine de onun gidişinin yarattığı bu boşlukta kötü hisseder miyim diye düşünüyordum. 

  Evi gezdim biraz. Tabakta tost ekmeğinin kırıntıları vardı. Uçağa yetişmeden önce birşeyler atıştırmıştı demek. Tabağı kaldırıp mutfağa götürdüm. Kendime birşeyler hazırlamlıydım. Çayı koydum, iki ekmek attım kızartma makinesine. Tam o anda ışıklar yandı beynimde. Hemen havalimanına gitmeliydim.

  O, uçağa binmeden önce. Onu durdurmalıydım.

  Ceketimi kaptım ve çorapsız halde ayakkabılarımı giyip sokağa fırladım. Ceketimin cebinde her zaman cüzdanım, bozukluklarım ve telefonum falan vardır. O yüzden hızlı çıktım hazırlanmadan. Sokakta deli gibi ileri geri giderken bir taksi gördüm ve çılgınca el salladım. Öndümde durdu "Airport please".

  Taksi yola koyuldu. Telefonumdan onun numarasını tuşladım. Açan olmadı, telefonu kapalıydı. Oflayıp puflayarak taksinin tavanını yumrukladım. Taksici kızgınca bana baktı " Apparently you are not in mood today". Birşey demedim. Huzursuzdum gerçekten. 

  Küçük bir havalimanı var Dublin'in. Hemen güvenlikten geçtim. Yanımda bir sürü yabancı bavullar yabancı insanlar vardı yakınları ile vedalaşıyorlardı. EVET işte orada. Pasaport kontrolünden geçiyordu. Hemen o kırmızı şeritlerin altından geçip pasaport kontrolüne yetişmeye çalıştım. Güvenlik beni durdurdu o anda. Biletim olmadan pasaport noktasından geçemezmişim. Onlara durumu anlatmaya çalıştım ama beni dinlemediler.

  En sonunda onu yakalamıştım ama gözlerimin önünde kayboluyordu. Zarif bavulunu sürükleyerek uçağının kalkacağı kapıyı arıyordu gözleri tabelada. Tam o anda son çare " BRIANNN !!"diye bağırdım. beni duydu. Bana doğru baktı. Şaşırmış gözüküyordu. Şaşırmıştı.


"YOUU HAVE MYY KEEEYYYYYYY" diye bağırdım oda arkadaşıma.