5 Aralık 2011 Pazartesi

Geçmiş-Gelecek


merhaba ben sokakta bir polis gördüğünde kılıfından sarkan silahı çekip etrafa ateş etmek yönündeki ani dürtü. her insanın böyle bir hayali var sadece sen değilsin.



    Sizce gençlik veya yaşlılık diye birşey var mı? Belki de bu sadece bakış açıları ile şekillenen bir olgu. 55 yaşındaki bir adam kendini görmüş geçirmiş sayar ama 84 yaşındaki biri için o adam hala göreceği günleri olan genç bir insandır. Genel kabul-geçerliliğe bakarsak 20 yaşında olan ben, genç bir insanım. İnsanlar geleceğin nasıl şekilleneceğini bize yani benim yaş grubumdakilere bakarak hayal ediyorlarsa yanılıyorlar. Geleceğin nasıl olacağını bilmek isteyen insanların bakmaları gereken yer başka. Geleceği en iyi  anaokulu öğretmenleri tahmin eder bence. Acaba gelecektekiler bizim neslimize bakıp ne düşünecek? Geçmişteki insanların yaşamını incelediğimizde verem ve tifodan milyonların ölmesini veya bir telgraf sisteminim işletilmesi için gereken çabayı şaşırtıcı buluyoruz. Peki gelecekteki insanlar bu zamana bakıp neyi tuhaf bulucaklar ? Gelecekte yaşayacak insanlar ile ilgili tahmin etmeyi pek beceremesem de  geçmişte insanların kullandıkları metal araçları birbirinin üstüne sürüp öldüklerini öğrenince şok geçirecekler buna eminim.


    Her yaş grubunun zamanı değerlendirmesi ve gelişmelere verdikleri tepkileri çok ilginç buluyorum. 10 basamaklı yaş grubu İran-Twitter ve Arap Bahar-Facebook gibi ilişkilerin doğurduğu gelişmelere "ya ne olacaktı?" türünden yaklaşırken bu yaş grubundan iki üç kat daha fazla yaşamış olan insanlar ise aynı konuya daha "farklı" ve abartılı yaklaşıyorlar. Akademisyenler bu konuya öyle bir ciddiyetle bakıyorlar ki bu tutum yüzünden onların sahip olduğu bilgi birikiminden ve tecrübeden yoksun genç insanların görebildiği noktaları kaçırıyorlar. Yaptıkları çıkarımlar feci ölçüde pesimist olabiliyor veya geleceğin getirebileceği sayısız ihtimalden bihaber sonuçlar oluyor. Dolayısıyla bu insanların gelecek tahminlerini ve çıkarımlarını pek doğru bulmuyorum.


   Yaşça büyük insanların geleceği tahmin ederken çokça yanılmalarının nedeninin geçmişe duydukları özlem olduğunu düşünüyorum. Avrupa ve Amerika ( güney ve kuzey her iki kıta ) kıtalarında yaşanan halk isyanlarını 60'lı yılların hareketlerine benzetmelerine ne demeli? Peki, tamamiyle yanlış bir benzetme denemez ama şimdiki isyanların organize oluşları, sebepleri ve özellikle de HEDEFleri o kadar başka ki 50 yıl öncesinden... 60 neslinin yaptıkları arkasında belli bir ideolojisi olan ve otoriteyi yıkmak isteyen devrimci bir hareket idi. Şimdiki protestocuların ise neyi amaçladıkları pek bilinmiyor. bence onlar bile ne yaptıklarını bilmiyor. OWS hareketini ele alalım. Buradaki insanların istediği adaletli dağılım reformu kendileri tarafından makul bir istek gibi görünebilir ama reel sistemde istedikleri şeyin olması imkansız. OWS insanları eğer illa bir değişiklik  istiyorlarsa düzenin bir parçasına değil düzenin kendisine karşı harekete geçmeliler.


   Konu dağıldı gitti. Yine de kullanmak istediğim görsel için yeteri kadar yazdım diye düşünüyorum.




9 Kasım 2011 Çarşamba

Düşler Ülkesi Kanada

NBA liginde Toronto Raptors takımı var

   Kanada deyince aklımıza ilk gelen soğuk ve uzak bir  ülke olduğudur. Evet gerçekten de Kanada,Türkiye ye çok uzak bir ülkedir. Gerek kültür bakımından gerekse insan ilişkileri bakımından Kanada oldukça farklı bir ülkedir. Kanada isminin kaynağı bir Iroquoian kelimesi olan ve "Köy","yerleşke" ya da "Kulübeler toplulugu"ndan gelir. Toprak  bakımından Rusya'dan sonra dünyanın en geniş ikinci ülkesidir. Ama nufus bakımından 34 milyon ile sınır komşusu ABD'nin yarısı kadar bile yoktur.

  Kanada'nın 2 resmi dili vardır, Ingilizce ve Fransizca. Quebec Kanada'nın fransız  şehridir burada halk fransızca konuşur Quebec dışında Montreal,New Brunswick ve Güney Manitoba'da fransizca konuşan çokluktadır. Kanada'da ingilizce konuşanlar daha  fazladır.  Gerçekte Kanada milleti diye bir millet yoktur, bu  ülkeyi ceşitli  ülkelerden gelen göçmenler oluşturur. Bu yüzden Kanada'da istediğiniz her  ülkenin yemeğini kolaylıkla bulabilirsiniz. Türk yemeklerini de…

   Kanada'nın dünyaca tanınan kişileri ise HIMYM karakteri Robin, Avril Lavigne, Jim Carrey, Pamela Anderson ve Justin Bieber'dir. Ayrıca Türkiye'de  şu anda çok pöpüler olan Blackberry'nin sahibi de kanadalı bir işadamıdır. Kanada'ya her yıl dünya'nın değişik ülkelerinden bir sürü  insan ingilizce  ögrenmeye, çalışmaya veyahut göçmenlik için gelir. Dünyanin değişik  ülkelerinden gelen  ögrenciler,Kanada'nin ekonomisine büyük katkı sağlarlar. Kanada gelirinin büyük bir bölümünü  ülkelerine egitim amaçlı  gelen  ögrencilerden saglar.

   Ülkenin başkenti Ottowa'dır. Kanada-ABD sınırı dünyanın en uzun korunmayan sınırıdır ve ABD ile Kanada devletleri ticaret, ekonomi ve hukuk konusunda birçok alanda işbirliği içindedirler. Kanada 2005 yılında escinsel evlilik iznini yasallaştırdı. Burada her sokakta gay veya lezbiyen görürseniz hic  şaşırmayın :) Ülkenin resmi marşı "Oh Canada" dır. Kanada parlamenter demokrasi ve anayasal monarşi ile yonetilen bir federasyondur. Devlet başkanı ve hükümdarı "Kanada kralicesi" sıfatı ile Kraliçe II.Elizabeth'dir. Yani ingiltere'nin kraliçesi buranında kraliçesidir…ilginç :)

   Kanada hakkında biraz daha bilgi vereyim sizlere; Eger Kanada'da yaşıyorsanız ve Kanada vatandaşıysanız  size bir çok kolaylığı  vardır, örneğin hastaneye gidecekseniz sizden hiçbir  şekilde para almazlar. İlkokul ve lise eğitimi bedavadır. Sadece  üniversite ye belirli bir miktar para verirsiniz ki bu da başka  ülkelerden buraya okumaya gelen ögrencilerin  ödediği paranin yarisi kadar bile yoktur. Eğer işsiz seniz yani işiniz yok ise devlet size her ay belirli bi miktar para  öder.

   Benim yazacaklarım bu kadar arkadaşlar,lutfen herhangi bi soru sormak istiyorsaniz yorum kısmına yazın ben cevaplamaya çalışacağım.

By Omar Vahab

30 Ekim 2011 Pazar

OWS

Aşk acısı insanın kendine yaptığı en büyük artistliktir.

Amerika'da Occupy Wall Street hareketine gösterilen medya ilgisi beni şaşırtıyor. Meğersem özgürlükler ülkesi, polisin vatandaşa dokunamadığı, anayasasında boru gibi 4th Amendment olan Amerika'da da para babalarının ciddi şekilde ayağına basılınca işler değişebiliyormuş

Geçen sene sınıfa english skills dersini veren amerikalı hocaya sormuştum bu işin sonu ne olacak diye. Zira o ara çatışmalar yaygınlaşmıştı ve gündemde(anaakım medyada değil) wall street de protestocu kadına haksız şiddet gösteren bir polis vardı. Peacefull kadının gözüne biber spreyini boşaltmıştı. Bizim hoca police brutality'in Amerika'da nadir görüldüğü ve öyle kolay kolay polisin şiddet uygulamayacağını söylemişti. Polis takip edildi, soruşturma açıldı falan filan. Bu örnekten gerçekten etkilenmiştim ta ki Oakland olaylarına kadar

Şimdi bakıyoruz Oakland City'e. Orası Amerika'nın en güzel şehirlerinden biri. Bir arkadaşım bana orada sokakta uyulunabileciğini ve kimsenin sana zarar vermeyeceği yönünde beni temin etmişti. Sokakları falan çok güzel demişti. Çünkü adamlar zengin. Amerika finansçılarının ev alıp "suburban" hayata geçtikleri yer olan Oakland gerçekten peacefull bir şehir. Gel gör ki Occupy Wall Street'in Oakland ayağında polis aynı bizim Türkiye gibi plastik mermiler ile saldırdı kalabalığa. Sanırım buradaki polis departmanı tamamen bu finansçılardan gelen bağışlarla yürüyor. Bu polisler de çok fena benzetmiş oradaki göstericileri. 

Seamus Collins'in bir fotoğrafını paylaşıcam. şimdiden söyleyeim NSFW yani not safe for work. Bu tür pornografik, şiddet veya iğrençlik linklerin başına nsfw konulur ki adamlar anlasın işteyken açmasın müsait iken açsın. İşte muhteşem plastik mermilerin yaptığı şey. Eğer bu gerçekten plastik mermi olsaydı bu kadar etkili olmazdı.  Aslında plastik mermi dediğimiz şey dışı plastik kaplamalı içinde metal çekirdekler olan mermilerdir . Aklınızın bir köşesinde bulunsun. Plastik mermi sıkıyorlarmış göstericilere o kadar tehlikeli değildir diyerek izlemeyin TV'de olan biteni. Kafanız çalışsın adamlar can havliyle kaçıyor sağa sola o mermileri yediklerinde. 


 Çok tuttum sonuç kısmına geçelim. Bu gösteriler bana hippi barış hareketini andırıyor zaman zaman. Hep bizim dönemimizde neden 60'lar gibi heyecanlı şeyler olmuyor diyordum. Aha şimdi oluyor ve ben ise katılmak yerine  bir blog yazısı yazıyorum. Ama social media üzerinden savaşmakta birşey sayılsın lütfen. Bilgi herşeydir. Bilginin ulaşılabilirliğini aktarımını yaparsan birşeyleri değiştirme imkanın var demektir. Burada yazdığımı okuyan insan şimdi Amerika'da da durumun dünyanın öbür ülkelerine kıyasla pek değişik olmadığını bilecek. 

Umarım OWS Amerika'yı  değiiştirebilir. I am sick of being %99.

24 Eylül 2011 Cumartesi

Güzel Bir Günün Başlangıcı

Asla unutmayacağımız bir ses.


     Sıcak yaz güneşinin kadim şehir istanbul'un tepesinde parladığı günlerden birindeyiz. Taksim Meydanı'ndaki simit sarayında dışarıda oturmuş buz gibi bir ice-tea içerken arkadaşlarımla sohbet ediyorum. Süregiden sohbetimiz ağlama sesleri ile kesiliyior. İki masa önde tek başına oturan bir kızın sessizce hıçkırmaktan tam zamanlı ağlama moduna geçtiğini görüyoruz. Kızı dikkatlice inceliyorum. Üstünde çiçek desenli entari ve masanın altındada kendisine ait olduğunu sandığım bir çanta var. Kızın üstündeki elbiseye bakılırsa doğudan bir yerden olmalı. Yüzünün karateristik özellikleri de bunu doğrular gibi. kalın kaşlar, yeşil gözler ve kavruk bir ten. Güzel bir kız sayılır aslında tabi eğer yüzü gözü kırmızı ter içinde olmasaydı ve ağlamıyor olsaydı. Ağlama seslerini duyan tek meraklı insan grubu biz değiliz. Mekandaki beyaz sakallı bir amca dayanamayıp kalkıyor ve kızın omzuna dokunup duyamayacağım bir seste birşeyler fısılıyor. Kız ağlamayı kesiyor ve korkuyla arkasına dönüyor. Amcanın elini atıyor üstünden ve ayağa kalkıyor. O an kızın neden ağladığına dair kesin bir fikrim oluyor.


      Şişmiş kocaman göbeğini neden görmedim önceden bilmiyorum. Dikkatlice incelememden! kaçmış olmalı. Kız hamile olmasına rağmen çantayı tek eliyle kavrayıp amcayı yolundan itiyor. Koca çantayı sırtlayıp giderken şarr diye altından su akıyor ve kızımız orada donakalıyor. Etrafta benim kadar olayları geç anlayan insanlar yok allahtan. Bir iki teyze kızı kollarından tutup simit sarayına sokuyorlar. Millet ayaklanmış içerde neler oluyor görmeye çalışıyorlar. Kızın attığı çığlıklar içerden teyzelerin yağdırdığı emirleri bastırıyor.


     On beş dakikadır çığlıklar senfonisini dinlerken bir  omuz beni ezip geçiyor. Omzun sahibi olan simit sarayının önündeki kalabalığı yararak ilerleyen takım elbiseli adamı görüyorum. Uzun boyuyla kalabalığın içinden seçmek o kadar zor değil. İnsanları iterek zor da olsa içeri giriyor. Kısa bir süre sonra tek sesli çığlık senfonisine bu sefer başka insanların çığlıkları ekleniyor ve içerden on el silah sesi geliyor. On el biraz abartılı oldu evet. Kaç el ateş edildiğinden emin değilim o sırada korkudan altıma sıçmış olmalıyım. Arkadaş grubum da dahil sarayın önünde toplanan kalabalık bir anda çil yavrusu gibi dağılınca ezilme tehlikesi geçiriyorum ama kendimi toparlıyorum. Kabalık bir anda dağılınca simit sarayı tam görüşe açık. Yerde yatan garson ve teyzeyi görüyorum. Garsonun beyaz üniforması kırmızıya bulanmış olması hayra vesile değil tabi ki


     Mekanın ortasında takım elbiseli adamı elinde silahı ile görüyorum. O anda tezgahın oradan elbisesi parçalanmış kız fırlayıp kapıya koşuyor. Giydiği elbisenin ön tarafı kesik ve vajinasından tomurcuk gibi küçücük kafa ve bir çift küçük el fırlamış halde. Kızın attığı depar yüzünden küçücük beden bir o yana bir bu yana sallanıyor. Kızın bacaklarının bir kısmı çıplak ve kana bulanmış halde olmasına rağmen hızlıca kapıyı savurup dışarı çıkıyor. Takım elbiseli adam da peşinden fırlıyor. Sanırım ömrüm boyunca bilmeyeceğim bir nedenden ötürü tamamen içgüdüsel bir kararla adamın önüne dikiliyorum. Bana çarpınca ikimiz de büyük bir gürültüyle dışarıda duran masanın üstüne düşüyoruz. Adam düşerken çenesini sertçe masanın kenarına vurmuş olmalı ki çenesini tutup inliyor yerde. başımı kaldırıp görüntüden şoke olmuş kalabalığın vajinasından bebek sarkan kıza yol açtığını görüyorum.

30 Ağustos 2011 Salı

Where White Man Went Wrong



 Natalie Portman'ın gerçek ismi Natalie Hershlag


Indian Chief 'Two Eagles' was asked by a white U.S. government official, "You have observed the white man for 90 years. You've seen his wars and his technological advances. You've seen his progress, and the damage he's done."

 The Chief nodded in agreement.

  The official continued, "Considering all these events, in your opinion, where did the white man go wrong?"

  The Chief stared a t the government official then replied,

 "When white man find land, Indians running it, no taxes, no debt, plenty buffalo, plenty beaver, clean water. Women did all the work, medicine man free. Indian man spend all day hunting and fishing; all night having sex."

   Then the Chief leaned back and smiled, "Only white man dumb enough to think he could improve system like that."


Alıntılanan Yer

23 Ağustos 2011 Salı

Babalar ve Oğulları

resimdeki adam sakalsız zach galifianakis, hangover 


babam dünyanın en iyi babasıydı. işten gelince ben ve abimle oyun oynar ve bizi gerçekten çok severdi. bir gün, okuldan geldiğimde annemi evde sinirden çılgına dönmüş halde buldum. ne oldu, babam nerde diye sorduğumda annem babamla ayrıldıklarını ve babamın başka bir kadınla beraber olduğunu ve başka bir çocuğu olduğunu söyledi. hiçbirşey anlamamıştım. babam asla böyle birşey yapmazdı. odama gittim oturdum orada. 5 saat sonra anladım ki babam bir daha asla dönmeyecek. gün boyu ağladım.

bir ay geçti, babamdan tek bir işaret yok, gerçekten çok özlemiştim onu. sonraki 3 ayda üzüntüm ve özlemim kızgınlığa dönüştü. babam bana bir hoşçakal bile demeden nasıl gidebilirdi? yıllar geçti, unutmaya başladım babamı. ben de bir aile kurdum ve çocuklarım oldu. çocuklarımı çok ama çok sevdim. onlara olan sevgimi düşündükçe kendi babam aklıma gelir ve bizi öylece terketmesinin ne kadar büyük bir haksızlık olduğunu hatırlardım.

bir gün halam aradı ve babamın kanser olduğunu ve şu an son saatlerini yaşadığını söyledi. umursamadım bile. niye umursayayım ki bizi unutan en başta oydu. sonradan eşim onu ziyaret etmem gerektiğini söyledi. hastaneye gittim. herkes babamın başucundaydı, annem bile. ağlıyordu herkes, babam ben gelene kadar ölmüştü. tek damla gözyaşı bile dökmedim. 3 gün sonra annem bana bir sepet dolusu mektup verdi. bunları babamın gönderdiğini ve bunları bizden gizlediği için çok üzgün olduğunu söyledi. kalbim orada çöktü. kendime hakim olamadım ve anneme tokat attım.

günler sonra babamın eşyalarını toplamaya evine gittim. başka bir ailesi falan yoktu. tek kişilk daire, tek kişilik yatak. oturma odasının tam ortasında da abimin, annemin ve benim fotoğrafı vardı.

1 Ağustos 2011 Pazartesi

A Speeding Ticket



Two British traffic patrol officers from east of Edinburgh, were involved in an unusual incident, while checking for speeding drivers on the road.

One of the officers ( who are not named ) used a hand-held radar device to check the speed of a vehicle approaching over the hill, and was surprised when the speed was recorded over 300mph. The machine suddenly stopped working and the officers were not able to reset it.

The radar had in fact locked on to a NATO Tornado fighter jet over the North Sea, which was engaged in a low-flying exercise over the area.

Back at police HQ the chief constable sent a stiff complaint to the office. Back came the reply in true laconic style. "Thank you for your message, which allows us to complete the file on this incident. You may be interested to know that the tactical computer in the Tornado jet had automatically locked on to your 'hostile radar device' and sent a jamming signal back to it. Furthermore, the Sidewinder air-to-ground missiles aboard the fully-armed aircraft had also locked on to the target. Fortunately the Dutch pilot flying the Tornado responded to the missile status alert intelligently and he was able to override the automatic protection system before the missile was launched."

30 Temmuz 2011 Cumartesi

True Story


 There are dozens of story about 9/11 attacks but this one surely deserves to be heard. The story is taken from a random newspaper. The first divorce directly after September 11th terrorist attacks has been filed in New York. It appears a guy with an office on the 103rd floor of the World Trade Center spent the morning at his girlfriend's apartment with his phone turned off. he wasn't watching TV either. When he turned his phone back on at about 11am, it rang immediately. It was his hysterical wife, "Are you OK? Where are you? " He said, "What do you mean ? I'm in my office of course!"

22 Temmuz 2011 Cuma

Yakup Abi ve Sağlık


biliyorum ki birisi ekranıma dokunduğu zaman bunu birşeyi göstermek için yapıyor ama lütfen yapmayın arkadaşlar. ben sizin gözünüze parmağımı sokuyor muyum? birşeyi işaret etmek için başka yöntemler var.


birgün bütün okul olarak yanımızdaki bir hastaneyi ziyarete gittik. kızılay haftası gibi birşey idi sanırsam. kan bağışı kampanyaları, bedava aşılar, hastaların nasıl tedavi edildiği bunun gibi birsürü şey. son olarakta diyaliz makinesine bağlı olan hastaların koğuşunu gezdik. ıstırapları yüzlerinden okunan insanları görmek gerçekten üzücüydü. o günkü geziden ben ve iki kızarkadaşım bayağı etkilenmiştik.

ertesi günü yanıma bu ikisini alıp sağlık ocağına gidecektik. orada iki şahit ( benim yanımdaki arkadaşlar ) huzurunda bir belge imzalıyorsun ve sana bir kart veriyorlar. prosedüre göre bu kartı yanından hiç ayırmaman lazım. doktorlar bu kartı görüp senin organ bağışçısı olduğunu öğrenip ona göre organlarının bağışlanmasını falan ayarlıyorlar.

sokağa çıkıp önüme gelen ilk taksiyi çağırdım. kapıyı açtım öne geçtim bir de ne göreyim: Yakup Abi.

- Abi ne oldu hani senin ehliyet gümlemişti burda ne yapıyon? (bkz: Yakup Abi)

- Bir arkadaşımın yerine bakıyorum koç. sen nereye gidiyorsun?

- Sağlık ocağına gidiyoruz. bla bla bla.. organ bağışı bla bla bla...

arkadaki arkadaşlarımın onayıyla hikayemi anlattım. Yakup Abi: " Lang oglum siz delirdiniz mi?"

- Organ bağışçısı olmayın. eğer doktorlar organ bağışçısı olduğunuzu öğrenirse sizi kurtarmak için fazla çabalamazlar. o organ bağışı olayı kolayca sana karşı kullanılabilir. herşey çıkar ilişkisi için. bence tam bir saçmalık hayatım bir boka değmez ama organlarım çok değerli. böyle bir kumar oynamazdım sizin yerinizde olsaydım. Gencecik insanlarınız bla bla bla...

o gün sağlık ocağına gitmedik. bizimkiler de zaten hemen fikir değiştirdi. onun yerine gittik sinemaya avatar'ı izledik. Allah seni bildiği gibi yapsın Yakup Abi








        8 Temmuz 2011 Cuma

        Greenpeace Yakup Abi

        Ya uzayda nefes almak mümkünse ama sadece biz kaçmayalım diye bu bilgiyi gizliyorlarsa?


           Dersten çıkmıştım ve öğlen yemeğimi yiyebileceğim bir yer arıyordum. Üniversitenin ücretsiz servisleri her zaman taksime bırakır. Taksime gidip Balkan Lokantasında yiyeyim bari dedim. Güzel mekan ama dikkat edin tepesi atmış bir adam var orada yemek servis ederken laf edebilir. Önem vermeden geçin zira herkese öyle davranıyor o. İşin getirdiği stres veya micazına bağlıyorum. Herneyse İstiklal Caddesi her zamanki gibi kalabalık ve bu güzel güneşli günde kendimi hareketli dünyanın bir parçasıymışım gibi hissetmeme neden oluyor. 

          Öyle salak salak yürürken bir el omzuma dokunuyor. Normalde broşür dağıtan gençler oluyor ama bu sefer bir baktım Yakup Abi! Greenpeace tişörtü var üstünde elinde de anketler naber lan puşt diyor bana. Nasılsın iyisin merasiminden sonra Yakup Abi'ye diyorum "Hayırdır Abi sen böyle hayır işleri de mi yapardın ? " . Yakup Abi'nin cevabı o günkü yakup ve pislikleri kotasını dolduracak seviyede " Yok lan banane ölen balinalardan ya da kaç santiminden. Greenpeace çevre örgütünün kaçta kaçı kız haberin var mı lan? " gülüyor pis pis suratıma bakıp " Olm yarısından fazlası cıbır ve bunların kişilikleri merhametli, zayıf karakterli ve kolay inanan gerçekten sömürülesi iyi insanlar. Buradan kaldıracağım kızları bir düşünsene! "

          Hadi kolay gelsin diye ayrılıyorum yanından. Yürürken arkama bakıyorum yanındaki çalışan greenpeace kızına birşeyler diyor gülerek. Düşünüyorum adım adım ilerlerken.. Acaba dünyada böyle pislik insanlar varken bizim yaptığımız iyi şeyler ne farkedecek? Adam dünyanın en büyük çevre örgütüne sadece kız kaldırmak için girmiş ya!

        28 Haziran 2011 Salı

        Time to put a Cork in it




        A cork radio station was running a competition. Words that weren't in the dictionary yet could still be used in a sentence that would make logical sense. The prize was a trip to Bali.

         DJ: 96FM here, what's your name?
         Caller: Hi, me name's Dave.
         DJ: Dave, what's your word?
         Caller: Goan... spelt G-O-A-N, pronounced 'go-an'.
         DJ: ....You are correct, Dave, 'goan' is not in the dictionary. Now, for a trip to Bali: What sentence can you use that word in that would make sense?
         Caller: Goan f**k yourself!

        The DJ cut the caller short and took other calls, all unsuccessful until:

         DJ: 96FM, what's your name?
         Caller: It's Jeff
         DJ: Jeff, what's your word?
         Caller: Smee... spelt S-M-E-E, pronounced 'smee'.
         DJ: .... You are correct, Jeff, 'smee' is not in the dictionary. Now, for a trip to Bali: What sentence can you use that word in that would make sense?
         Caller: Smee again! Goan f**k yourself!

        25 Haziran 2011 Cumartesi

        Yakup Abi



        Gecenin geç vakti, saat olmuş üç. Herkes zilzurna sarhoş. Taksi çağırılır, duraktan Yakup Abi gelir. Abi dediğime bakmayın pisliğin tekidir. Gerçek anlamda pisliğin özü, hiçbir şaka veya dostça taşlama olmadan. Otuz beş yaşlarında saçlarında bir tutam beyazı vardır saklayamaz hiçbir zaman.  köşeli suratı ortasında kocaman bir burnu ve ağzında da sigarası bu adamı kimse sevmez. Tek başına yaşar ve geçimini bulduğu geçici işlerle sağlar. Adamın hayatı hakkında pek birşey de bilmiyorum, bilmek istemiyorum. Nasılsın Yakup Abi falan dedim. O da bugün pek iyi olmadığını öğleyin duraktan bir taksici arkadaşının şu an sürdüğü araçta başına silah dayayıp canına kıydığını söyledi. Başın sağolsun protokolünden sonra sağol dedi sustu adam.

        Ne olduysa sonra pislik herif hızını arttırdı birden ve deli gibi sürmeye başladı! makas, hatalı sollama aşırı hız gırla gidiyor. Ben ve arkadaşlarım altımıza sıçıyorduk neredeyse. 

        -Yakup Abi NE YAPIYORSUN ÖLDÜRÜCEK MİSİN BİZİ?!!
        - Ne var oğlum ruhu arabadan çıkarmaya çalışıyorum.

        Neyseki polis aracı göründü arkadan. takıldı bize ve kenara çektirdi arabayı. Memurlar Yakup Abiyi kontrol etti, adam dumanlı çıktı. Götürdüler merkeze adamı ayılttılar. Sonra öğrendik ki adam her taksi seferine dumanlı kafa ile başlıyormuş. Bugün ise gitmiş farklı ne idüğü belirsiz birşey, ara sokaktan bir travestiden almış birşeyler. Yakup Abinin sağını solunu şaşırtmış bu belirsiz madde. Şerefsiz Adam az daha bizi de kendisini de öldürüyordu. Yarın sabah haberlerinde E-5 de trajik kaza dört ölü manşetleri görücektik.

        Yakup Abi geceyi merkezde geçirdi bizi de polisler eve bıraktı. Sonradan duydum Yakup Abi duraktan atılmış, milyarlık cezayı da yemiş. Beter olsun. Ama bu tek vukuatı değil. Size yaşayan en zararlı canlı Yakup Abi'nin başka vukuatlarını da anlatıcam bu en hafifi.

        10 Haziran 2011 Cuma

        Get Out of The Car!


        Based on a true story...

        An elderly Florida lady did her shopping and, upon returning to her car, found four males in the act of leaving with her vehicle. She dropped her shopping bags and drew her handgun, proceeding to scream at the top of her lungs, " I  have a gun, and i know how to use it !! get out of the car !" The four men didn't wait for a second threat. They got out and ran like mad. The lady, somewhat shaken, then proceed to load her shopping bags into the back of the car and got into the driver's seat. She was so shaken that she could not get her key into the ignition. She tried and tried, and then she realized why. It was for the same reason she had wondered why there was a football, a frisbee and two 12-packs of beer in the front seat.


        A few minutes later, she found her own car parked four of five spaces farther down. She loaded her bags into the car and drove to the police station to report her mistake. The sergeant to whom she told the story couldn't stop laughing . He pointed to the other end of the counter, where four pale men were reporting a car jacking by a mad, elderly women described as white, less than five feet tall, glasses, curly white hair, and carrying a large handgun. No charges were filed.

        High Expectations Asian Father





        babam bir keresinde ikincileri kimse hatırlamaz oğlum demişti. beklentileri yüksekti babamın sanırım her ailenin olduğu gibi. ailemizin bizden beklediği şeyler bazen boyumuzu aşar bazen bizi strese sokar. bu klişelerin en güzel örnekleri "high expectations asian father" adlı internet memesinde karşımıza çıkar. videodaki gibi asyalı bir babanın "mükemmel" den aşağı hiçbir şeyi kabul etmemesinin komik resimleri bunlar. 

        işte benim seçtiklerim:



















        bu sonuncusu pek dalga geçilmemesi gereken japonyadaki deprem ve tsunamiden esinlenmiş.

        22 Mayıs 2011 Pazar

        Classic Celebrities



        İnternette gezinirken ünlülerin resimleri ile klasik portreleri biraraya getiren güzel bir çalışma gördüm. worth1000 adlı en eski photoshop ve image sitelerinden biri online bir contest hazırlamış ünlüler hakkında. Buyrun seçtiğim çalışmalar:



        Captain Jack Sparrow

        William Wallace

        Oh Captain My Captain


        Indiana Jones

        Donnie Darko'nun hocası

        50 Cent

        Victoria'nın kölesi

        Gregory House

        Meğerse başından beri hayalet oymuş

        Tyler Durden

        Friends

        M.J.


        19 Mayıs 2011 Perşembe

        Internet Makes Money

        Çinli kral Goujian savaşta düşmanı korkutmak için ölüme mahkum edilmiş suçlulardan oluşturduğu ön safını kendi kafalarını keserek düşmana doğru koşmalarını emrediyormuş.


        Basit bir cep telefonunu 200 model Porsche Boxters S'e dönüştürmek hayaldi gerçek oldu. Craiglist adlı takas ve ihtiyaç sitesinde ilk olarak basit bir cep telefonu ile başlayan 15 yaşındaki Ortiz ( hayır artiz değil ) iki yıl içinde kendine güzel bir araba ile geri döndü.

        ilk olarak cep telefonunu daha güzel bir cep telefonu ile takas etti. birkaç cep telefonu takasından sonra eline bir ipod touch geçti. ipod touch tan sonra yarış bisikletlerine yöneldi. yarış bisikletleri ile uğraştı ve sonra da apple macbook takas etti. apple macbook u da 15 yaşında daha sürememesine rağmen toyota runner ile el değiştirdi.

        Toyota 4Runner

        zaten arabayı kullanamıyordu o yüzden bir süre sonra toyota 4runner ı elinde fazla bekletmedi ve onu da bir tane golf arabası ile değiştirdi. bütün bunları yaparken sadece craiglist kullanıyordu- işin içine para dahil değildi. golf arabasından sonra tekrar yarış bisikletleri ve eski model arabalara döndü Ortiz ve bir şekilde Ford Bronco eline geçti. Ortiz çok şanslı ki 1975 model ford bronco 15K dolarlık bir koleksiyon parçasıydı ve ford bronco ile okula gidip gelmek pek havalı olmadığından olacak Ortiz daha 17 iken onu koleksiyoncuya verdi ve karşılığında ilk Porsche sini aldı ( en baştaki resim ). Şimdi ise kendisi hakkında çıkan haberler ile ünlü oldu Ortiz ve pek çok sayıda insan benim de telefonumu bir arabaya dönüştürür müsün diye ona elektronik posta yağmuruna tutuyor. 


        Ford Bronco

        porshce'yi elinde pek tutacağa benzemiyor çünkü sadece bakımı 1k dolar ve benzin harcaması da çok fazla. şu an daha ucuz ve az benzin yakan bir araba arıyormuş kendisi cadillac escalede


        Cadillac Escalade

        Ortiz küçük bir kara para aklama lordu olabilir emin değilim ama hükümetin onun "kazandığı" parayı vergilendirmesi yakındır. 

        Özet:

        Cep telefonu - daha iyi cep telefonu - iPod touch - yarış bisikleti - MacBook Pro - Toyota 4runner - golf arabası - daha çok yarış bisikleti - daha havalı arabalar - Ford Bronco. 1975 model Ford Bronco da bir koleksiyon parçası olduğu için hayli hayli bir Porsche parası etti.



        18 Mayıs 2011 Çarşamba

        Bahriyeli

        Sinir bozucu reklam penceresini kapatmak isterken yanlışlıkla üzerine tıklayıp başka bir pencere açmak insanı bilgisayar başında delirten şeylerden biri.

        İzmit'in küçük bir kasabasında doğdum. Hiç kardeşimin olmamasının sebebini küçükken yaptığım şeytanlıklar sonucu annem ile babamın ne tür bir canavar dünyaya getirdiklerini anlamış olmalarına bağlıyorum. Yüzümün diğer uzuvlarına göre orantısızca büyük olan çenem ve kafam ile bir sağa bir sola koşturuyor yaramazlık yapıyordum. Tek çocuk olmak o kadar güzel değil, aile tüm ümidini sana bağlamış oluyor. Bu stres yüzünden mi yoksa gerçekten aptal olduğumdan mu bilemiyorum ama okulda pek başarılı değildim. Harfler gözümde devleşiyor, sayılar anlamsızca dans ediyordu. Hiçbirini anlamıyordum.

        Neyseki rahmetli babam eski denizciydi de bağlantıları ile beni denizci lisesine verdi. İtiraf etmeliyim ki benim gibi kafası zor basan birine öğretmek için askeri eğitim gibisi yoktu. Askeri liselerin güzel bir tarafı da sigara içmenin çok büyük bir suç olmaması. Sigaraya da o yıllarda başladım. Liseyi bitirdiğimde babamı kaybetmiştim. Allah rahmet eylesin. Bugün olduğum kişi onun eseridir. Eğer beni bahriyeli yapmasaydı sanırım ya serseri olurdum ya da tamirhanede çırak. Bir zamanlar onun olan pipoyu kullanıyorum şimdi. Ondan bana kalan en güzel hatıralardan biri mekanı cennet olsun...

        Denizci maaşım ve babamın ustalıkla kurduğu çarklar sayesinde hiç sıkıntı çekmeden evi geçindirebiliyordum. Mahallede havamdan geçilmiyordu. Sanırım muhittki bazı kızlar sırf benimle yolları kesişsin diye sokak köşelerinde pusu kuruyorlardı. Hiçbirisine talim etmedim. Gönlüm bir başkasını istiyordu. Şimdi geçmişe dönüp bakıyorum da o kadar ahım şahım bir kız değildi. Zeytin gibi ufacık gözleri, uzun ve sivri bir burnu ve yüzünde kocaman gülümsemesi ile ruhundaki o saflık o günlerde bu kız için yanıp tutuşmama sebep oluyordu sanırım.

        Bir kızı bin kişi ister bir kişi alır ama. Hapishanelerde çürüyecek iken devletin el uzattığı öksüz ve esmer bir kürt çocuğu vardı. Liseyi beraber okuduk ama hiç hoşlanmıyordum kendisinden. İriyarı bir çocuktu ve hırsızlıktan gaspa ve adam yaralamaya kadar herşeye el atmışlığı vardı. Lisedeki çocuklara kök söktürürdü. Bir tek bana ilişmezdi. Onun gazabından kaçan çocuklar bana sığınırdı. Bir keresinde okuldan tam çıkarken yukardan ağlama sesleri duydum. Sesler çatıdan geliyor gibiydi. Hemen yukarı çıktım ve bir de baktım ki bu embesil herif bir çocuğu çatıya kitlemiş onu orada terketmekle tehdit ediyor. Sınıf başkanı olduğum için olaya müdahale ettim. Anahtarlı vermesini emrettim ona. Pis pis süzdü beni şerefsiz. İstemeyerek anahtarları açık duran avucuma bıraktı ve oradan sıvıştı. Kapıyı açtım ve çocuğu içeri aldığım an o terli şişman suratından tanıdım hemen. İsmi lazım değil biz ona hamburgerci diyorduk. Yemin ederim bir gün bile bu çocuğun hamburgerden başka birşey yediğini görmedim. Herneyse işte o günden sonra benim sıkı dostum oldu. Hala da öyledir benim yanımda çalışıyor kendisi avukat.

        Nerden geldim buralara...neyse bu bahsettiğim azman insan müsveddesi bizim mahallede sevdiğim kızın tam karşısında bir ev tutmuş. Benim haberim yok tabi, olsa idi orada barındırmazdım onun gibi bir serseriyi. Bir gün eve dönerken gördüm ikisini. Herif(5 karış da sakal bırakmış it) kızı köşede sıkıştırmış pis pis gülüyordu. Kız ona dokunmaktan çekiniyor ve kurtulmak için bir yol arıyordu. Hemen oraya gittim ve o pisliği kızdan itekledim. Aramızdaki boy ve cüsse farkına rağmen sevdiğim kızı korumak için bütün pençelerimi çıkarmış dövüşecektim. Adam bana doğru yaklaştı. Ben daha ne olduğunu anlamadan çok sıkı bir yumrukla suratımın ortasını dağıttı. Bu insan azmanı beni tek yumrukla afallatmıştı ve ona karşı hiçbir şansım yoktu. Herşey ümitsiz görünüyordu. Neyseki göğsümde sakladığım bir silah vardı.

        Ispanağımı çıkarıp iki çiğneyişte yuttum ve kabasakalı oracıkta doğduğuna pişman ettim. Safinazdı da kurtardım.

        16 Mayıs 2011 Pazartesi

        Demokratik Medya = Demokratik Toplum

        I hate that feeling when you type a common word but not sure if the spelling is correct such as professor.

          Günümüzde medya diyerek başlarsam aynı şeyi onuncu kez okumaktan kafayı yiyecek bir hocam olduğuna inandığım kadar demokratik bir medya için hazımsızlık çekmeyen bir topluma ihtiyaç olduğuna inanıyorum. Medya toplum üzerinden beslenen, toplumsal alan ile kuvvet bulan bir güçtür. Eğer medyanın demokratik olmasını istiyorsak önce toplumu demokratik görüşe yaklaştırıp diğer fikirlere olan yabaniliğini üstünden atmalıyız.


          Türkiye Cumhuriyeti'nin vatandaşlarına bakış açısı değiştirilmesi gerek. Çimentosu milliyetçilik olan bir devletin diğer etnik kökenli azınlıklara bakış açısı ne kadar iyimser olursa olsun milliyetçiliği benimseyerek baştan Türk Milletini karma insanlardan ayrı bir üstünlüğe taşımış olur. Milliyetçiliğin ne kadar mantıksız bir olgu olduğunu açıklamama gerek yok. Seçilmeyen bir milletin arasında doğup, seçilmeyen o ülke topraklarında Biryeristan vatandaşı olarak damgalanmak ve dünyayı gezmek için Diğeryeristan ülkesinden vize almak veya Biryeristan'dan bunun için evraklar göstermek insanlığın özgür yapısına aykırıdır. Dünyada doğduğunda dünyanın vatandaşı olunur ve bu dünyada doğan insanlardan hiçbir fark görülmez. Maalesef şu anki sistem bunun tam zıttını ilan edip farklı milletler ile damgalıyor insanları. Bu damgalanmanın sonrasında ise bütün iyimserliği ile başkalarının yaşam hakkına saygu duyulması tembih ediliyor. Ama insanların yetiştirilmesinde geçen süreci mercek altına alırsak pek çok "ters giden" uygulamayı görebiliriz. Türkiye'de yaşayan insanlarda çok fazla "diğerler" ve "dış odaklar" korkusu var. "ordu-millet" olmaktan övünen, "Gerekirse doksan bin şehit tekrar orayı alırız" diye açıklamaları olan, belli ki insanları buzdolabı falan sanan, bakanı olan ve çatışmalarda hayatını yitiren genç insanların ailesine "Vatan sağolsun bir oğlum olsa onu da gönderirdim" cümlesini zorla kurdurtan bir toplum baskısı kuran cemiyette yaşıyoruz. Bu korkunun beslendiği yerlerden örnek vermek gerekirse en kolayı ve en barizi eğitim sistemidir. Milli güvenlik dersi gibi dünyaya düşman yetiştirmeye programlı bir derste bütün komşular güya Türkiye'nin kuyusunu kazmakta ve teröristlerle işbirliği içindedir. Tarih derslerinde şanlı milletin fethettiği ama o korkunç yağmacı tecavüzcü barbar "diğerler"in işgal ettiği hikayeler anlatılır. Beden eğitimi gibi sadece spor ile ilgilenmesi gereken bir derste çocuklara askieri düzen öğretilir. Dersleri bırakın her sabah daha ölüm ile yaşam kavramlarını anlayamamış gençlere devletin bekası için varlıklarının onlardan üstün bir varlığa armağan edildiği bir yemin ettiriliyor. Ayrıca belirtmek gerekiyor ki armağan edildikten sonra hiç tasvip etmediğim bir slogana katılan bu çocukların hiçbiri o mutlu ilan edilen milliyete ait değil. "Kürdü, lazı ve çerkezi" ile anılan Türkiye aslında bunun ötesindedir ve artık soyağacının takip edilmesine gerek olmayan bir dönemdedir. Bazı sebeplerden ötürü bariz faşizan diyemediğim ama gayet askeri bir amaca hizmet etmek için yetiştirilen bir toplumda bir başkasının varlığına veya medyadaki temsiliyetine saygıdan söz etmek mümkün mü bilinmez.


          Maalesef toplumdaki bu "milli cehalet"e Türkiye Medyası'nın körükle gittiği söylenebilir. "Nasa'yı şaşkına çeviren Türk", "Bilim dünyasını altüst eden Türk", "Tıp dünyasını dumura uğratan Türk" başlıkları ile Türkiye Medyası en başından "Türk" damgası vurarak aslında temsil etmesi gereken azınlık bir kesimi dışlamaktadır. Demokratik medyanın özelliği alternatif söyleme yer vermesidir. Mesut Özil'in kendisini kürt olarak tanımladığı bir açıklamasından sonra medyanın Mesut'u neredeyse vatan haini ilan etmesi bu dar görüşlülüğün ve alternatif olamamanın bir yansımasıdır. Toplumu ve dolayısıyla medyayı bu hazımsızlıktan çekip almak ve demokratikleştirmek için bu ülkede çok sağlam belli yapı taşlarının oynaması, değiştirilmesi gerekiyor. Bunun da imkansıza yakın olduğu söyleniyor ama geleceğin ne getireceği bir muamma. 

        14 Mayıs 2011 Cumartesi

        Bir Doktorun Dediğine Göre

        Hristiyan cenazelerinden önce merhumun rektumu dikilerek kapatılır çünkü ceset sıkışmış bir gaz yüzünden törende osurabilir.


           Her seferinde sizinle ilgili ters giden şeyin ne olduğunu anlayamıyoruz. Neyiniz olduğunu kesinlikle tespit edebilen ve bunu şüphe bırakmayacak derecede ispatlayan büyülü bir test de yok maalesef. Ayrıca bir hastalığın tanısına algoritma uygularak ulaşamazsınız. bu matematik değil, vücudunuz benim okuduğum tıp kitaplarını okumuyor. Genelde de gözden kaçırdığım birşey yoktur zira bütün doktorlar sırf gözden birşey kaçırmadığına emin olmak için gereğinden fazla test getirmenizi ister sizden. 

           Kesin tanıları ve hastalıkları spesifik bir başlıkta toplamak tıp biliminin 100 senesini aldı. Çok nadir vakalar ve çok nadir semptomlarla ayrılıyor. Bu yüzden benim insan olduğum gerçeğini ve beynimin içinde bütün bir tıp bilgisini muhafaza edemeyeceğimi anlayın. Ben size yardımcı olmaya çalışıyorum, sabırlı olun. "Neden ben? Nasıl oldu bu? Neden iyileşmiyorum?" en zor sorulardır. Cevaplanması mümkün olmayan sorular. Bazı hastalıkların , biyokimyasal olarak, cevabını anlamanız için yıllar gerekiyor. Bu yüzden tüm bunları bir ceviz kabuğuna sıkıştırıp sizi aydınlatmamı istemeyin. Vücudunuzu ben yapmadım, sadece iyileşmenize yardımcı olabilirim. Yapmanız gereken tek şey plana sadık kalmanız. Size reçeteler yazabilirim ya da istediğiniz her türlü ameliyatı yapabilirim ama benimle birlikte hareket etmezseniz bir yere varamayız. 

           Aslında bir yere varmak o kadar önemli değil. Ne de olsa gece başımı yastığa koyduğumda düşündüğüm son şey siz ve sizin hastalığınız.

        9 Mayıs 2011 Pazartesi

        Cimriliğin Tek Adresi


        Havalimanında asla osurmayın, termal kameralar var.


        Genelde bu konular hakkında konuşmayı sevmem. Bence insanların büyük çoğunluğu refah içinde yaşamak istiyorsa zorunlu olarak bir kısım insanı sömürmelidir. Bu değiştirilemez bir çark ve herkesin hatta en sosyalist geçinen insanın bile şu an evinde rahat oturmasını sağlayan bu çarkta istemeden de olsa almış olduğu görevdir. Ama bazen öyle şeyler oluyor ki insanlık onurunu sırf para yada daha az değerli şeyler için yerle bir edenler. İşte o zaman insan banane yahu deyip geçemiyor sanırım. O insan için üzülebiliyor ve utançtan kendi ayak parmakların içe kıvrılabiliyor. Tıpkı "Var Mısın Yok Musun" yarışmasında Türkiye'ye getirilen dünyaca ünlü insanların karşısında programdakilerin kendini rezil ettiği zaman hissettiğin gibi oluyor.







        Evet benim sansürüm çok aptalca duruyor farkındayım. Resimdeki arkadaşların çoğu üniversiteli. Bir şirket ile anlaşmalılarmış. Ne kadar para aldıkları konusunda konuşmak istemiyorlardı ama sırtlarında taşıdıkları plaketlerin o kadar ağır olmadığını ve her saat başı mola aldıklarını söylediler. Saturn ki İstiklal Caddesi'ndeki İstiklal Demirören AVM'sinde bulunan bir mağaza, anlamadığım bir şekilde aptalca mı desem, salakça mı desem bir türlü karar veremediğim bir reklam yöntemine başvurmuş. Kocaman plaketleri insanların sırtına eşşek gibi bağlayıp ellerine bir tomar Saturn'deki indirimleri gösteren broşürler verip İstiklal Cadde'sine salmak. Sanırım Saturn'un medya planlamacısı yada halkla ilişkiler uzmanı konusunda sıkıntı var. Bunun ne kadar küçük düşürücü birşey olduğunu idrak edememişler. O insanların onurunu umursamayan Saturn kendi prestijini de sallamıyor galiba. Bu tür reklam girişimleri insanları o mağazaya çekmek yerine bilakis insanları oradan soğutur. 



        Dağıttıkları aptal broşür ve başlığın esin kaynağı.

        Keşke elimde o etkileyici sosyalist manifestolardan kupleler olsa ve bunları yazarak sizleri daha parlak bir gelecek vaadi ile mücadele etmeye teşvik edebilsem. Ama böyle birşey hem benim hem sizin için zaman kaybı olur. Sistemi değiştiremezsin. Aslında biraz gerçekçi düşünürsek sistem piramadinin en aşağı tabakasından en yukarısına kadar kimse gerçekten mutlu değil. Ne yaptığı işten ne olduğu insandan. Herkesin bir problemi var. Eh hadi o zaman bunu düşünüp morallerinizi yüksek tutun.